“Eğer yaşamak için her şeyimizi, hatta erdemimizi bile feda etmek zorunda kalırsak, gerçekten hayatta olur muyuz?”
Hektor yavaşça ayağa kalktı, ancak olayın şokunun etkisiyle bacakları, onu taşımayı reddetti. Yere düşerken korkuyla elleriyle toprağı kavradı. Parmaklarının arasından kayan soğuk ve nemli toprak, onun için gerçekliğin acımasız bir hatırlatıcısıydı… Sendeleyerek yavaşça ilerledi, ancak her adımda dizlerinin titrediğini hissediyordu. Korkuyordu, çaresiz hissediyordu, her bir hücresine kadar… Sonunda, meydanı çevreleyen evlerden birine sırtını dayadı ve yavaşça kayarak yere oturdu. Yorgun ve şekilsiz, gözlerini meydandaki karanlığa dikti.
Meydan, hala karanlık ve kan tonlarıyla tanınmaz haldeydi. NPC’ler, birer robot gibi oldukları yerde duruyor, yüzlerine düşen gölgelerle daha da korkutucu bir hava veriyordu. Zihninde yankılanan düşünceler, içini kemiren bir zehir gibi tüm umutlarını yutuyordu. Gökyüzündeki kan kırmızısı bulutlar, yaratıcının acımasız hükmünün bir simgesi gibiydi; bu dünyada umut yoktu, sadece kaçınılmaz bir son vardı. Yok oluş…
Hektor, zihnen sakin birisiydi. İleri derecede adapte olma yeteneğine de sahipti. Yüksek bir IQ’ya sahipti! Ancak bunların hiçbirinin önemi yoktu! Çünkü bunlara rağmen, bu yeni gerçekliği kabullenmekte zorlanıyordu… Ancak kararlılığı, hala onun yanındaydı! Kendini zorlayarak gözlerini kapattı ve meditasyon pozisyonuna geçti. Derin bir nefes aldı. Ancak, içindeki korku ve çaresizlik, zihnini saran karanlık bulutları dağıtmaya yetmiyordu…
Her nefes alışında, içindeki boşluk biraz daha genişliyordu. Her nefes verişinde, çaresizlik biraz daha derinleşiyordu. Meditasyonun huzur verici etkisi bile bu dünyada yetersizdi. Her şey, her yer, her an… bir kabustan farksızdı. Ancak, gerçek bir kabusun aksine, bu kabusun uyanışı yoktu.
Zihni, son anlarını tekrar tekrar yaşadı. Roblox’ta Hellmet oynarken hissettiği heyecan, bir anda yerini bu karanlık ve acımasız dünyaya bırakmıştı. Gözlerinin önünde, o son anın parlak ışığı belirdi. Bir zaferdi. Lanet olası şerefsizler SWAT ekibi gibi oynuyordu. Ancak, yenmişti. 15 dakikalık devasa bir son maçın ardından, kazanmıştı. Peki ya sonra? Bütün bu zafer ve şan, ne içindi…? O an, ışınlanma anının verdiği o geçici baş dönmesi, şimdiyse sonsuz bir karanlığa dönüşmüştü! Gözlerini açtığında, bu kabusun içinde kaybolmuştu! Kendi varlığının bile bir önemi yoktu artık!
Gözlerinden süzülen yaşlar, yanaklarından aşağı inip toprağa karıştı. Hektor, içindeki boşluğu ve umutsuzluğu hissediyordu. Her şey, her yer, her an… kabustan farksızdı. Ve bu kabusun uyanışı yoktu.
Hayatının bu kabusa nasıl dönüştüğünü anlamaya çalışırken, gözlerinden süzülen yaşlar yanaklarını ıslatıyordu. Gökyüzündeki kan kırmızısı bulutlarsa, yaratıcının acımasız hükmünü hatırlatıyordu; bu dünyada umut yoktu, sadece kaçınılmaz bir son vardı.
Gözleri, acıyla açılmaya başladığında, zihninde tek bir düşünce yankılanıyordu: “Bu kabustan nasıl uyanırım?” Ancak kendisine verdiği cevap, karanlık kadar soğuktu: “Belki de uyanamazsın. Belki de bu, sonsuz bir uykunun kabusudur…”
Bu cehennemin soğuk gerçekliğini kabul ederken, içindeki umutsuzluk her geçen saniye biraz daha büyüyordu. Her şeyin anlamsızlaştığı, her umut ışığının karardığı bu dünyada, yalnızlık ve korku tek gerçeklikti. Ve bu gerçeklik, onun ruhunu yavaşça tüketiyordu…
Belki de kabul etmeliydi, tüm bu gerçekliği, acıyı ve umutsuzluğu… Kendi kendine defalarca tekrarlıyordu. Evet, o bir profesyonel oyuncuydu. Ancak her profesyonel oyuncu, en başında şu gerçeği kabul ederek aşırı zor oyunları oynardı: “Tek bir hareketim beni ölüme götürebilir…”
Korkuyordu! Ölmekten, yok olmaktan, korkuyordu! Fakat, hareket etmek zorundaydı. Bu lanet animeyi biliyordu. Yapımcıları yalnızca 14 bölüm çekmişti ve avlanma bölgelerinden bahsedilmişti. Yani hâlâ herkesten öndeydi. Hâlâ bir şansı vardı. Mutlaka, mutlaka ayağa kalkıp savaşmalıydı…
Kendini zorlayarak ayağa kalkmaya çalıştı, ancak bacakları onu taşımayı reddetti. Sanki görünmez duvarlar onu zincire vurmuş, zihni kendi hapishanesine dönüşmüştü. Büyük zihinsel zorluklarla ayağa kalksa bile, yürümek onun için bir azaptı. Her adımında, her nefes alışında, bu karanlık ve acımasız dünyanın ağırlığı omuzlarına çöküyordu. Sanrılar ve hayaller görerek, içi dalıyor, her seferinde kendini yerde yatarken buluyordu…
Uyanmalıydı! Kendisi, bu kadar saçma bir sebepten ölemezdi! Ölmemeliydi! Yaşamalıydı! Ancak her uyandığında, zaman sıçramaları yaşıyordu. Zaman, bir kabusun döngüsü gibi etrafında dönüyor, her uyanışında daha da ağırlaşıyordu. Fikirleri ve benliği, birbirine karışarak adeta yok oluyordu, parça parça, yok oluyordu…
Zihni, kendini aldatıyordu. Her seferinde daha derin bir karanlığa çekiliyor, her nefes alışında umutsuzluk biraz daha büyüyordu. Gözlerini kapattığında, kabus daha da derinleşiyor, içinde kaybolduğu bir karanlık denizinde boğuluyordu. Gökyüzündeki kan kırmızısı bulutlar, yaratıcının acımasız hükmünü hatırlatıyor; her şey, her yer, her an… bir kabustan farksızdı. Zihni bunu tekrar tekrar anlatıyordu.“Sus artık, sus!” diye bağırarak yerde uyurken, bir kabusun içinde kabus yaşıyordu…
Kendi çığlıklarını bile duyamıyordu artık. İçindeki ses, çaresizlikle yankılanıyor, her yankı daha da acı verici bir darbeye dönüşüyordu. Gözlerinden süzülen yaşlar, yanaklarından aşağı inip toprağa karışıyordu. Her damla, içindeki boşluğu biraz daha derinleştiriyordu. Bu, dijital cehennemin soğuk gerçekliği…
İçindeki savaş, her geçen saniye daha da şiddetleniyordu. Umutsuzluk ve korku, içini kemiren birer zehir gibi tüm umutlarını yutuyordu. Her nefes alışında, içindeki boşluk biraz daha genişliyor, çaresizlik biraz daha derinleşiyordu. Kendi kendine fısıldıyordu, “Uyanmalıyım, bu kabustan uyanmalıyım!” Ancak her fısıldayış, içindeki karanlığı daha da derinleştiren çığlıklar ve korkutucu hayvan sesleri olarak geri geliyordu. Zihin sağlığını çoktan kaybetmişti bile.
Ne için yaşıyordu? Hayır, hayır, dünyada olandan bahsetmiyordu. Bu oyunda, ne için yaşıyordu? Ya da, ne için yaşamalıydı? Evet, bu daha düzgün olurdu. Kendisi, yaşamak istiyordu. Peki, bunun için neyi feda edebilirdi?
Bu sorular, zihninde bir yılan gibi kıvrılıyor, içini kemiren bir zehir gibi ruhunu tüketiyordu. Her geçen an, bu dijital cehennemin acımasız gerçekliği daha da ağırlaşıyordu. Kendisi, yaşamaya değer bir şey bulmalıydı. Ancak, neydi bu şey? Kendi hayatı mı? Yoksa daha fazlası mı?
Tüm bu süreç, koskoca bir gün almıştı. Hektor, sabah ışıklarının yüzünü yalamasıyla beraber kendini yerden kaldırırken, etrafına bakmaya başlamıştı. Meydan, hala boştu. Ancak, burası dünden de sessizdi. Bu sessizlik, içindeki karanlığı daha da derinleştiriyordu. Zihni, bu sessizlikte yankılanan çaresizlikle dolup taşıyordu.
Sorun değildi. Bundan sonra, anlamsız şeyler yoktu. Hatırlaması gerekliydi. O bir katildi. En karanlık arzulara ve zekaya sahip, en ilkel ve keskin yeteneklere sahip bir yırtıcıydı! Hatırlamalıydı çünkü o lanet gerçekçi Roblox oyunlarında on binlercesini yok etmiş, aynı şekilde binlerce kez vahşice yok edilmişti! Bu, onun kaderiydi. Bu lanet animede yaşamayı hak eden elitlerdendi!
Hatırlamalıydı ve kabul etmeliydi. Kendisi, karanlık bir savaşçının ruhuna sahipti. Bu dünyada hayatta kalmak için, en kirli oyunları oynayacaktı. Lanet olsun erdem! Lanet olsun iyilik! Bu yeni gerçeklikte, hayatta kalmak için her şeyini verecekti, erdemini bile.
Gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. İçinde biriken karanlık, zihnini kapladı. Bu karanlık, ona güç veriyor, onu daha da kararlı hale getiriyordu. İçindeki karanlık arzular, onu hayatta kalmaya, savaşmaya itiyordu. Bu dünyada, hayatta kalmak için ne gerekiyorsa yapacaktı.
Bu dünya, onun için bir savaş alanıydı. Ve bu savaş alanında, hayatta kalmak için her şeyi yapacaktı. İçindeki karanlık, onu hayatta kalmak için ne gerekiyorsa yapmaya zorlayacaktı. Her ne pahasına olursa olsun, hayatta kalacaktı. Çünkü bu dünyada, umut yoktu; sadece kaçınılmaz bir son vardı. Ve bu kaçınılmaz son, ona güç veriyordu.
Kendi kendine yeniden fısıldadı: “Bu dünyada yaşamak için, her şeyimi vereceğim. Erdemimi bile!” Bu fısıltı, içindeki karanlığı daha da derinleştiriyordu. Her nefes alışında, içindeki boşluk biraz daha genişliyor, her adımda çaresizlik biraz daha derinleşiyordu. Ancak bu çaresizlik, ona güç veriyordu. Hayatta kalmak için ne gerekiyorsa yapacaktı. Bu karanlık dünyada, her şeyini verecekti, kendisini bile…!
Yorumlar