Bölüm 20: Nihai Hamle

1 0 31 Ekim 2024

Hangar bölmesine girdiklerinde, girişi çevreleyen bir zamanlar hareketli olan pazar yeri ürkütücü bir şekilde ıssız görünüyordu. Normalde, bu alan satıcıların, tamircilerin ve dünyadan ayrılmadan önce son dakika alışverişleri veya onarımları yapan gezginlerin uğultusuyla dolu olurdu. Şimdi, beyaz kaplamalı koridorun iki yanındaki dükkanlar kapalıydı, kepenkleri sıkıca çekilmişti ve mekan ürkütücü bir şekilde sessizdi. Hava tozluydu ve başlarının üstündeki titrek ışıklar uzun gölgeler oluşturuyordu.

En önde yürüyen Tim ve Valero içgüdüsel olarak adımlarını yavaşlattılar, grubun üzerine bir gerginlik çöküyordu. Sessizlik sinir bozucuydu, yalnızca muhtemelen hangarın derinliklerinde bir yerlerde çalışan droidlerin uzak uğultusu tarafından bozuluyordu.

“Burası neden bu kadar boş ?” diye mırıldandı Yargıç Valero, eli tabancasına doğru seğirirken.

Tim’in gözleri etrafı taradı, içgüdüleri devreye girince az önceki sırıtışı soldu. “İçimde kötü bir his var” dedi,  alçak sesle  Onlara birbirlerine yakın durmaları için işaret ettikten sonra konuştu.

“Dikkatli olun. Abanozkalp iki bölme döndükten sonra soldaki alanda kalıyor. Gidelim.”

Penelope’nın gözleri, kalbi çarparken dükkanlar arasındaki boş dükkanlarda gezdi. Durgunluk fazla kusursuzdu, fazla yapaydı. Bunu kemiklerinin derinliklerinde hissedebiliyordu—bir şeyler tersti. Eli belinde asılan karabinaya uzanmış olan Franc’a baktı. Genç adamın yüzü gerginleşmişti, birkaç dakika önce sahip olduğu umut yavaş yavaş yerini korkuya bırakıyordu.

“Görünüşe göre birileri bizi bekliyor.” dedi Winso, fısıltıdan biraz daha yüksek bir tonda, en uçtaki kapalı hangar kapılarını incelerken.

Tim’in gözleri ise her gölgeyi izliyordu. “Bu sektörde dükkânlar böyle kapanmaz. Bu işte bir iş var.”

Terk edilmiş hangarda ufak bir ses duyulmaya başladığında grup tamamen durmuştu; Droid sesleri gibi değildi. Daha ağır, daha kasıtlı bir sesti bu, zırhlı botların çelik zemin üzerindeki tangırtısı gibi…

“Bu bir tuzak,” diye gergince fısıldadı. Daha fazla bir şey söylemesine gerek yoktu; herkes bunu hissediyordu, tehlikenin ağırlığı her taraftan üzerlerine çöküyordu.

Hangar kapılarının tıslayarak açıldığı anda beklenen tuzak devreye girmişti bile.

Her köşeden, gri zırhlı Lejyonerler akın etmeye başladı,, botları çelik zemine çarpıyor, yüzsüz miğferleri loş ışıkların altında parlıyordu. Silahlarını kaldırdıklarında tereddüt etmeden ateş açtılar, beyaz lazer hüzmeleri ölümcül yaylar halinde havada cızırdıyordu. Grup kendilerini korumak için beyaz duvarların aralarındaki çıkıntılara sığımak zorunda kalmıştı

“Siper alın!” diye bağıran Tim birkaç el ateş kör ettikten sonra krom kaplı lazer tabancasını Penelope’ye fırlattı.

“Kullan şunu!”

Genç kadın A27’yi havada hızlıca yakalayıverdi, parmakları sanki oraya aitmiş gibi şık silahın etrafında kıvrılmıştı.

Penelope tereddüt etmeden arkasını döndü, gözleri ilerleyen askerlere kilitlendi ve defalarca tetiğe bastı. Sonuç alması hiç de uzun sürmemiş, krom tabancadan çıkan ateş bir Lejyoner’in göğsüne kare şeklinde çarpmış ve onu yere düşürmüştü. Tabancanın geri tepmesi kolunu sarsmasına rağmen düşünmek için zaman yoktu, sadece bu saldırıya tepki vermesi gerekiyordu. Bu kez silahı iki elle kavrayıp siper aldı ve baktığı kanatı yavaşlatmak için kör ateş açmaya başladı.

Franc ve Valero çoktan harekete geçmişti, hangarın dört bir yanına dağılmış bir dizi kargo sandığının arkasına hareket edip, siper almaya doğru ilerlerken ateş ediyorlardı. Tim, kargaşaya rağmen sakince diz çöküp çizmesinden ikinci bir tabanca çıkardı; bu; avucuna uyan, daha küçük, daha kompakt bir silahtı. Kendi kendine:

“Bu bebeği sonunda kullanabildim!” dedikten sonra gelen atışları ise isabetliydi, iki Lejyoner daha birer çuval gibi yere düşmüştü.

Bütün kargaşanını içide Urrelia’lı Winso, yere atlamış, bir nakliye konteynerinin arkasına daldıktan sonra otomatik lazer tabancasıyla çömelmiş bir pozisyondan gördüğü lejyonere ateş etmeye başlamıştı. Karşısındaki lejyonerler ise seri atıştan dolayı siper aldıkları duvardan kafalarını çıkaramamaya başladığında:

 “Çok fazlalar!” diye homurdandı, sesinde panik değil; yalnızca kararlılık vardı. 

Öte yandan artık silahlı ve tehlikeli olan Penelope yargıçlarla sırt sırta vermişken, kör bir lazer ateşinin barajından sıyrılıp, tek dizinin üzerine çöktü ve ateşe karşılık verdi, atışı ile başka bir askeri yere yığmıştı. Phineas Phason’un bir numaralı öğrencisi olması tesadüf değildi elbette.  Tim’in tabancası artık sanki onu yıllardır kullanıyormuş gibi doğal gelmeye başlamıştı.

Arkasındaki Franc’ın karabinasıysa sürekli ateşten dolayı ısıyla uğulduyordu ve genç yargıç atışlarını olabildiğince isabetli tutmaya çalışıyordu.

 “İlerlememiz lazım!” diğerlerine diye bağırdı. “Onları artık burada tutamayız!”

“O zaman hareket edelim!” diye cevapladı Tim Thorpe, imkansız derecede hızlı atışlarla iki Lejyoner’i daha vurmak için bir anlığına açıkta durarak. “Birbirinize yakın durun!”

Atışları iki lejyonerin yere düşmesiyle mükemmel bir şekilde yerini bulmuştu. Beşi birlikte dağılmış halde duran siperlerinden çıktılar ve hangarın öbür ucuna, gemi iskelesinin bulunduğu koridora doğru hızla ilerlediler.

Ama gemi havuzu koridorunun ötesindeki grup lejyonerin açtığı lazer ateşi onları bir kez daha çıkışa yakın bir sandık yığınının arkasına sıkıştırdı. Kızgın beyaz yaylar vızıldayarak başlarının geçiyor, kıvılcımlar çıkarıp metal zemini kavuruyordu.

“Kaptan!” diye bağırdı Valero, sırtını sandıklara yaslayarak. “Şimdi ne yapacağız?”

Tim’in gözleri sandıklara, sonra da uzaktaki hangar bölmesi kapısına kaydı. “İhtiyar, hiç bir sandığı koçbaşı olarak kullandın mı?”

“Delirdin mi sen, siperimizi mi yok etmek istiyorsun ?!” diye çığlık atan Franc ne söyleyeceğini şaşırmış, ama Tim o konuşurken çoktan en yakın kaldıraçın kolunu çekip devasa bir grup sandığı düşürerek lejyonerlere doğru göndermişti bile. 

Sandıklar askerlere çarparak onları lobutlar gibi devirdiğinde grup hayatlarını kurtaracak değerli saniyeleri kazanmanın heyecanı ile bir kez daha Kaptan’ın işaret ettiği iskele bölmesine doğru hareket etti.

“Koşun!” diye emretti Tim, diğer bölmeye doğru yönelirken. Penelope ilk öne atılandı. Eğilip, artık şiddeti azalmış çatışmanın içinden geçerken heyecandan ölecek gibiydi, yoluna çıkmaya cesaret eden her Lejyonere ateş ediyordu.

Tim, Penelope’nin hemen gerisinde, alçak bir duvarın arkasına saklanarak arkadan yaklaşan lejyonerleri uzaklaştırmak için birkaç kez daha seri bir halde küçük tabancasının tetiğine bastı. Artık bütün hangar metal atölyesi gibi kokmaya başlamıştı, lazerler her köşeyi yakmış, erimiş ve donmuş metal boşlukları görünmeye başlamıştı. Kaptan Thorpe, hangar kapılarının yanındaki kontrol paneline uzanıp birkaç kod girmeye çalışırken Leydi Penelope’ye dönerek:

 “Koru beni leydi hazretleri!” diye emir verdi.

Penelope kaşlarını çatarak ateş açtığında “Çabuk ol, Tim! Burada sıkıştık.” dedi.

“Bir saniye.” diye cevapladı ve artık kod girmekten yorulmuş olduğunu belli ederek yumruğunu panele vurdu. Kapılar gıcırdamış ve yavaşça açılmaya başlamıştı, bir insanın geçebileceği kadar açıldığında ise Tim, koridorun karşı bölmesindeki yargıçlar ve Winso’ya koşmaları için işaret etti. Arkasındaki Penelope kapıdan eğilerek geçmiş hemen ardından Franc ve Valero onu takip ederek kendilerini güvenli bölmeye atmıştı. Winso kapının altından şık bir hareketle kayarak içeri girdiğinde Tim sayıları azalan lejyonerlere son kez birkaç el ateş ederek ikinci kaptanını takip etmişti.

Girdikleri bölmeden yukarı baktıklarında zifiri karanlık bir Artheus gecesi ile karşılaştılar. Grup nefeslerini toplayarak kısa bir süre sessizlik ile baş başa kaldı. Önlerinde Abanozkalp hangar bölmesinin kenarlarındaki loş ışık altında parlıyordu. Giriş rampasına doğru koşarken, Tim silahını tekrar botuna yerleştirmiş, önden gidiyordu.

Abanozkalp’e adım attıklarında, Penelope yabancı olduğu bu ortanda etrafını özümsemek için bir an durdu, eli geminin iç kısmının soğuk metalinde gezindi. Koridorlar dardı, uyumsuz paneller ve geminin gövdesinde damarlar gibi uzanan açık kablolar vardı. Bozulmamış bir kraliyet kruvazörü değildi elbette ama bindiği en kötü gemi de sayılmazdı

“Resmi olarak yarısına sahip olduğun Büyük Abanozkalp bu mu şimdi?” diye sordu Thorpe’a, bakışları geminin lüks ama yıpranmış iç kısmına doğru kayarken sesinde yalnızca masum bir merak duygusu vardı. 

Tim somurtarak:

“Üzgünüm, ben kraliyet gemilerini kullanamıyorum leydi hazretleri.”

Penelope o kokpite gitmeden önce Franc ve Valero ile  geminin ortasındaki dar yolcu alanındaki duvarla bitişik koltuğa oturup alttan alarak:

“Pek bir şeye benzemiyor… ama tahmin ederim göründüğünden daha hızlıdır.”

Yorumlar

Bir yanıt yazın

Ayarlar

×

Bölümler

×

Metin Raporla