Rüzgar Tim ve Penelope’yi çatıya çıktıkları anda sert, soğuk ve keskin bir şekilde çarptı. Işıkları yıldızlar gibi parıldayan şehir altlarında uzanırken manzaranın tadını çıkaracak zamanları yoktu. Tim, hızlı bir yumruk atarak geldikleri kapının kontrol panelini kilitledi ve metal kapıyı arkalarından çarparak kapattı.
Penelope:
“Birazdan burada olacaklar” dedi ve hiçbir saklanma yeri olmayan, kabak gibi açığa çıktıkları çatıya hızlıca bir göz atarken.
“Bu çılgınlık. Burada katledileceğiz!”
Kapıya yaslanan Tim, aşağıdaki İmparatorluk güçlerinin iyi duyulan bağırışlarını dinlerken ona yan gözle baktı.
“Güven bana leydim. Dediğim gibi, bir planım var.” diyerek cevapladı.
Arkalarındaki askerler bir tür plazma metal kesiciyle kapıyı kesmeye başlarken havada metalik, sürekli tekrar eden bir çınlama başlamıştı. Kaynak makinesineden gelen ışık her saniye uğursuzca titriyor, Penelope’nın gözleri panikle büyürken Tim rahatsız edici bir şekilde sakindi ve ceketini karıştırıyordu.
Penelope’nin sesi hayal kırıklığıyla yükselmeye devam ederek. “Peki buradan aşağı nasıl ineceksin? Uçarak mı?”
Tim bir halat rulosu çıkardı – ince, neredeyse iplik gibi bir parçaydı ama çatının ışıklarının altında parlıyordu. Penelope gözlerini kırpıştırdı ve inanamayarak ipe baktı.
“Şaka yapıyorsun değil mi ?” diye mırıldandı, inançsızlık hali neredeyse bir kahkahaya dönüşecekti “O şey bir sineği bile tutamaz.”
Tim ipi çözdü; göründüğünden çok daha uzundu. Pilot eldivenlerini giydikten sonra ipi sertçe çekti ve gergin çeliğin uğultusuna benzeyen bir ses çıkardı.
“Buna Demir Kumaş derler leydim, sektördeki en güçlü iptir. On kişiyi rahatlıkla taşıyabilir.”
Penelope şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. “Gördüğüm en cesur aptal,” diye mırıldandı, başını sallayarak, ama dudaklarında hafif bir gülümseme vardı.
Tim’in ipi çatıdaki metal sinyal kulesinin etrafına sıkıca bağlarken anın tadını çıkardığı açıkça belliydi. Aynı rahatlıkla:
“Biliyor musun, bunu bana ilk söyleyen kişi sen değilsin.”
Kapının kesilmesi sürüyor, kenarlardan kıvılcımlar uçuşuyordu. Tim hızlı bir şekilde çalışıp ipi eldivenli elleriyle sardı ve beline sabitledi.
Hala şüphe ve teslimiyet karışımı bir şekilde ipe bakan Penelope’ye döndü. “Hazır mısın?”
Penelope iç çekerek:
“Sanki bir seçeneğim varmış gibi…”
Bir anlığına tereddüt ettikten sonra Tim’i yakaladı, parmakları kumarbazın mavi yarışçı cekedinin kumaşını kavradı. Yakınlıklarının etraflarındaki havayı, birbirine çekilen iki mıknatıs gibi kıvılcımlandırmasından dolayı aralarında bir tuhaf yük oluşmuştu. Rüzgâr etraflarında esiyorken Tim, çıkıntıdan inmeden göz kırptı
“Sıkı tutunun leydi hazretleri.”
Ve bu sözlerden hemen sonra, binanın yan tarafından aşağı sarkıldılar, Penelope inerken Tim’i sıkıca kavradı, rüzgar hala kulaklarında uğulduyor ve içinde soğuk bir heyecan dalgası yükseliyordu. Aşağıdaki zemin inanılmaz derecede uzak görünüyordu ama halat hala sağlamdı. Demir Kumaş, Thorpe’un söylediği kadar varmış diye düşünmeden edememişti..
Kumarhanenin ötesindeki bir sokağa açılan, daha alçak bir platforma güm diye indiklerinde, Penelope hafifçe geri çekildi, nefesini topladı. Başını kaldırıp Tim’e baktı, hâlâ başardıklarına inanamıyormuş gibiydi.
Tim bu sırada pilot eldivenlerini çıkarmış, ellerini silkeliyordu.
“Gördün mü? Sana söylemiştim. Çocuk oyuncağı.”
Penelope ilk kez sırıttı, başını tekrar iki yana salladı. “Sen gerçekten şimdiye kadar gördüğüm en cesur aptalsın.”
Tim’in gözlerindeki o pervasız parıltı hâlâ devam ediyordu. “Ve sen, leydi hazretleri, beklediğimden çok daha iyi bir refakatçisin.”
Penelope onu sıcak bir şekilde süzdükten sonra cevapladı
“Şimdiden söyleyeyim, buna alışma Kaptan.”
Girdikleri sokakta kalabalığa karışan Tim ve Penelope, hareketli sokaklardan geçerek ilerideki Altın Domuz Köprüsü’nün bulunduğu aşağı mahallelere doğru ilerlediler. Yoğun yaya trafiği ve şehir sesleri onlara mükemmel ve beklenmedik bir saklanma sağlamıştı, çok kısa süre sonra Franc, Valero ve Winso’nun köprünün karanlık bir köşesinde beklediğini gördüler. Gözleri buluştuğu anda, Franc’ın yüzü gözle görülür bir rahatlama ve heyecanla aydınlandı, Valero onaylarcasına başını salladı. Genellikle aksi ve soğukkanlı olan Urrelia’lı Winso bile onların yaklaşmasına gülümseyerek karşılık verdi.
“Bizi ortada bıraktığını sanıyordum,” diye espri yaptı Winso, dudaklarında hafif bir sırıtmayla.
“Şansı yok.” diye karşılık verdi Tim, rahat ama odaklanmış bir tonla sırıtarak.
Franc öne çıktı, sevinci fazlası ile belli oluyordu.
“Şükürler olsun!” dedi, heyecanlı bakışları Penelope’da Kaptan Thorpe’dan daha uzun süre kalarak.
“Biraz zor olsa da kaçmayı başardık.” dedi Penelope, kararlılık ve yorgunlukla. Franc’a baktı ve ekledi:,
“Fakat işimiz henüz bitmedi.”
“Doğru.” diye araya girdi Yargıç Valero. “Hangar çok uzakta değil. Yolda kalabalığın içinde kaybolabiliriz.”
Birkaç kelime ile de olsa moralleri düzelen grup Altın Yaban Köprüsü’ne doğru döndü ve insan kalabalığının arasından geçerek Abanozkalp’in yanaştığı hangar binasına doğru ilerledi. Heyecanları hiçbirini terk etmemişti ama uzun bir aradan sonra ilk defa umut ulaşılabilir bir yerde görünüyordu.
Yorumlar