Bölüm 15: Ne Pahasına Olursa Olsun

2 0 31 Ekim 2024

Süper asansör hızla inerken rahatsız edici bir şekilde uğulduyordu ama bu sese karşılık, asansör onları Yaldızlı Saray’ın katlarını sadece birkaç saniye içinde inmesini sağlamıştı. Franc, Valero ve Penelope, asansör kapısı yumuşak bir zil sesiyle açılıp D’Azore ve D’Artheus Kardeşlik Köprüsü’ne giden uzun, mermer çizgili yürüyüş yolunu ortaya çıkarmadan önce nefes almaya vakit bile bulamamışlardı.

Dikkatlice öne doğru adım attılar. Sarayın ihtişamı artık Franc’a yersiz hissettiriyordu, güzelliği görünmez olmuş, aklını kemiren bir gerginlikle bozulmuştu. Önlerinde özgürlüğe giden yol vardı, Kardeşlik Köprüsü…. Köprüyü çevreleyen yüksek kürklere baktı; her şeyin üzerine ürkütücü bir sessizlik çökmüştü.

Sonra, aniden gelen, keskin bir ses duyuluverdi.

Üst katlardan kırılan bir camın sesi havada yankılanırken, saniyeler sonra kan donduran bir çığlık geldi, üçlü hiçbiri tepki veremeden, birkaç metre önlerinde ağır bir gümleme sesi duyuldu.

BAM.

Penelope, şok içinde geri çekilirken boğazından tiz bir çığlık koptu. Eli ağzına gidivermişti. Ne yapacağını şaşırmış, bir halde önce önündeki manzaraya, sonra da arkasındaki yargıçlara baktı.

Ursus Benard’ın cesedi cilalı zemine vahşice çarparak, önlerine çakılmıştı.  Savcının kanı saniyeler içinde mermer köprünün arasındaki çatlaklara sızdı. Yukarıdaki yüksek pencerelerden birinden atılmıştı, ve üçü için de kim tarafından öldürüldüğünü tahmin etmeye gerek yoktu.

Franc geriye doğru sendeledi, manzara karşısında tam manası ile midesi ağzına gelmişti. Yanındaki Valero’nun durumu daha iyi sayılmazdı,  elleri şiddetle titriyordu, Meslektaşının bedenine dehşet ve ile baktığında hala şahit olduğu şeyi anlamış gibi görünmüyordu.

“Çok ileri gittiler.”, diye mırıldandı

Hiçbiri kendine gelmeden, aniden gelen lazer hüzmelerinin vızıltısı, kısa ve sersemletici sessizliği bozdu. Yukarıdaki kırık pencereden, lazer tüfekleri patlamaya başlamıştı bile.

Lejyonerler. Onları görmüşlerdi.

Penelope’nin tüm hızıyla kadavranın üzerinden atlayıp köprüyü geçerken söylediği tek şey “Koşun!” oldu.

Tereddüt etmeden, Penelope önde, yargıçlar arkasında, hızla, sanki bacaklarını ne zorlayabileceklerini ölçüyormuş gibi koştular. Köprünün mermer parçaları havaya fırlıyor, silah sesleri sürekli devam ediyor ve üçü de artık siyasi bir amaç için değil, canları için hızlanmak zorundaydılar.

Penelope’nin onları götürdüğü odanın güvenliğine ulaşmak için çaresizce çabalamaltan başka çareleri kalmamıştı. Franc’ın aklı hâlâ karışıktı. Yas tutmak için zaman yoktu, düşünmek için zaman yoktu, savaşmak için zaman yoktu – sadece hayatta kalması gerekiyordu.

Valero ise, temposunu korumaya çalışırken kesik kesik nefesler alarak devam etti, bünyesinin zorluyordu,  ama onun gibi orta yaşlı bir bürokrat bile durmanın ölüm anlamına geldiğini bildiğinden hızını azaltmamıştı. Arkalarındaki lazer yağmuru bir türlü dinmiyordu.

“Neredeyse vardık!” diye seslendi Penelope, sesi gergin ama kararlıydı. Şimdi Saray’ın karşı bölümünde gitmeye çalıştıkları odanın altın kapısını, hemen önlerinde görebiliyorlardı, ama Lejyonerler pes etmeye niyetli değildi. Uzaktan gelen bot sesleri, takviye kuvvetlerinin yolda olduğa işaretti.

Kapıya ulaştıklarında Franc’ın kalbi göğsünden çıkacak gibiydi, daha fazla lazer hüzmesi dışarıdaki duvarları kavururken odaya girdiler ve arkalarındaki kapı tıslayarak kapandı. Küçük bir koridoru geçtikten sonra, sola dönerek Penelope’nin onları götürdüğü tünel odasına daldılar ve sarayın görkemli ihtişamını geride bıraktılar. Oda, az önce kaçtıkları yaldızlı salonların aksine küçüktü. Yükselen mermer sütunlar veya altın avizeler yoktu; sadece soğuk, yıpranmış taş duvarlar ve loş ışık vardı. Hava tozlu ve rutubetliydi . Sanki yerin derinliklerinde, İçinde bulundukları imparatorluk sarayından uzaktaydılar.

Penelope hızla uzaktaki duvardaki bir panele doğru ilerledi, parmaklarıyla bir kod yazdı. Bunu yumuşak bir bip sesi izledi ve hafif bir tıslamayla duvarın bir kısmı kayarak açıldı ve gizli bir oluğu ortaya çıkardı.

“İşte,” dedi, alçak bir sesle. “Bu bizim çıkış yolumuz.”

Valero onaylarcasına başını salladı ama Franc, yine ilk kez yaşadığı bu adrenalin, vahşet ve hareketlilikten dolayı kendinden geçmiş gibi görünüyordu

Kaçaklar oluğa girmek üzereyken Valero gözlerini koridoru gören açık kapıya çevirdi bir kez daha buz kestiler.  Koridorun aşağısında Lord Mordvan ve arkasındaki Zwardher’ların uğursuz figürleri belirmişti. Görüntüleri tüyler ürperticiydi. Mordvan’ın altın maskesinin ürkütcülüğü, Zwardher’ların onun arkasında hayalet gibi doğal olmayan bir marş halinde yürümesi, yavaş, dikkatli hareketleri onları bu evrenden canlılara değil de, boyut ötesi varlıklara benzetiyordu. Mordvan’ın ifadesiz yüzü onları görüp görmediğini bile belli etmiyordu. Franc ifadesizce uzaktan gelen figürlere baktı ve yutkundu. Ne yaşadığını çok keskin bir şekilde anlamıştı. Korku.

Tam o sırada,  Penelope tek kelime etmeden harekete geçerek Franc’ın karabinasını hızla kaptı. Uzaktan gelen figürler tepki veremeden hemen kapı kontrol paneline ateş etti ve mükemmel bir şekilde hedefini vurdu. Kapı tam zamanında tıslayarak kapandığında yaklaşan korkunç figürler görüş alanlarından kayboldular.. Kapının kapanmasıyla birlikte derin bir nefes veren Valero tünelden atlayan ilk kişi olmuştu. Hemen ardından Leydi Penelope tünele girmeden Franc’a bakarak ve sesini yükselterek:

“Hadi!” diye seslendi,  yargıcın kolunu yakaladı ve şok olmuş Franc’ı kendisi ile beraber tünele doğru çekti.

Ve sonra… kaçaklar hızla karanlığa doğru kaydılar.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

Ayarlar

×

Bölümler

×

Metin Raporla