Gece soğuktu. Yıldızsız bir gökyüzü, karanlığın derinliklerine karışmış gibiydi. Rüzgar, ormanın arasından esiyor ve ağaç dallarını hafifçe sallıyordu. Uluç, Foley’nin hemen arkasından sessizce ilerliyordu. Aslında hava her zamanki gibi değildi; ormanın derinliklerinde bir şeyler onları izliyor gibi hissediyordu. Bu hissi açıklamak zordu, ama bir asker olarak sezgileri ona güvenliğin her an kırılabileceğini söylüyordu.
Adımlarını olabildiğince sessiz atmaya çalışıyordu. Sessizlik, ormanın içindeki her adımda daha belirgin hale gelmişti. Kaan ve Nicole, bir adım geriden geliyordu. Nicole, kollarını hafifçe karnına sarmış, soğuğa direniyordu, ama dikkatini kaybetmiyordu. Kaan ise her zamanki gibi soğukkanlıydı, ama bu karanlığın içinde bile onun gözlerinde bir gerginlik vardı.
Uluç’un zihninde sürekli dönen sorular vardı. Bozcaada’daki görevden beri içinde garip bir huzursuzluk taşıyordu. Mermer tozuna maruz kalmıştı, ama vücudu etkilenmemişti. Yine de bu, onun güvende olduğu anlamına gelmiyordu. İyileştiğini sanıyordu, ama bedenindeki bu olağandışı gücü her hissettiğinde kendisine olan güveni sarsılıyordu. İçindeki korku, her gün biraz daha büyüyordu.
Uluç (iç ses): Neden dönüştüm? Bu gücü neden kontrol edemiyorum?
Düşünceleri bir an duraksadı. Nicole’e baktı. Nicole, her zamanki gibi kararlı ve güçlü duruyordu, ama Uluç onun içinde gizli bir tedirginliğin de olduğunu biliyordu. Onunla olan bağı, Uluç’u her şeyden çok etkiliyordu. Nicole, asla zayıflığını göstermezdi, ama Uluç, onun gözlerinde bir şeylerin farklı olduğunu seziyordu. Son zamanlarda aralarındaki sessizliğin sebebi Mukaddes’in ortaya çıkışı mıydı? Bunu düşünmeden edemedi.
Nicole’ün bakışları Uluç’un bakışıyla kesişti. İkisi de bir an durdu, ama bu anlık bir bakışma bile, Uluç’un içinde bir sıcaklık yaratmıştı. Hemen ardından, Nicole başını çevirdi ve ilerlemeye devam etti. Bu, Uluç’un aklında asılı kalmış bir sorunun başlangıcıydı: Nicole’e karşı olan bu his neydi? Ve neden bu kadar güçlendi?
Foley, bir işaret yaptı ve tüm ekip durdu. Sessizlik o kadar ağırdı ki, sadece rüzgarın hışırtısını duyabiliyorlardı. Ancak Uluç, ormanın içinde bir yerlerde hareket eden bir şeyin farkındaydı. Foley de sezmiş olmalıydı, çünkü silahını hazır hale getirdi.
Sessizlik bir anda bozuldu. Çevreden gelen ayak sesleri netleşti, yapraklar hışırdadı. Melek Muhafızları’nın devriyesi onları fark etmişti. Gecenin karanlığında parlayan silah namluları bir anda aydınlandı ve etrafı dolduran silah sesleriyle yer yerinden oynadı. Mermiler, ağaçlara çarparak etrafa saçılıyor, ekibin olduğu bölgeyi cehenneme çeviriyordu.
Foley bir an bile tereddüt etmeden emir verdi: “Mevzi alın! Ateş altındayız!”
Nicole hızla kendini korunaklı bir ağacın arkasına attı, silahını çekti ve geri ateşe başladı. Yanındaki Kaan, Nicole’ün ateşine destek vererek karşılık veriyordu. Uluç, gözleriyle etrafı tarıyordu. Gölgelerin arasında fark ettiği bir şey vardı: Yaralı bir kadın. O karanlıkta, ağaçların gölgesinde hareketsiz yatan biri vardı. Bir anlık tereddütle durdu, ama kadının orada yalnız olmadığını gördü. Melek Muhafızları ona doğru ilerliyordu.
Uluç: “Orada bir yaralı var!” diye bağırdı. Nicole ve Kaan bir an o yöne baktılar, sonra hemen geri ateşe devam ettiler. Yaralı kadının kim olduğunu bilmiyorlardı, ama Uluç’un içgüdüleri onu kurtarmaları gerektiğini söylüyordu. Uluç, yerden hızla kalkarak kadına doğru koştu. Kaan da onu takip etti.
Mukaddes, sırtını bir ağaca yaslamış, kanlar içinde hareketsiz yatıyordu. Gözleri kapalıydı, ama nefes aldığı belli oluyordu. Uluç, ona yaklaştığında içindeki şüpheyi bastırmaya çalıştı. Bu kadının burada ne işi vardı? Yine de yardıma ihtiyacı vardı.
Mukaddes yavaşça gözlerini açtı. Nefes almakta zorlanıyordu. Kan içindeki elleriyle yüzünü silmeye çalıştı, ama güçsüzdü. “Kaçıyordum,” diye fısıldadı zayıf bir sesle. “Melek Muhafızları peşimdeydi… Tesisten kaçmaya çalışıyordum…”
Nicole ve Kaan, kadının sözlerini dinlerken birbirlerine baktılar. Şüphe çok netti. Bu kadının gerçekten kaçan biri olup olmadığını bilmiyorlardı. Nicole, özellikle temkinliydi. Gözlerini kısıp kadına doğru eğildi. “Bu bir tuzak mı?” diye sordu, sesi sertti.
Mukaddes, doğrulmaya çalıştı, ama hâlâ zayıftı. “Hayır…” dedi. “Beni oraya geri götürmek istiyorlar. Eğer bana güvenmezseniz, tesiste sağ kalamazsınız. Kaçarken yolları öğrendim. Sizi oraya götürebilirim.”
Uluç, kadının samimi olduğunu düşünüyordu. Onun gözlerinde gördüğü çaresizlik ve yaralı hali, ona güvenmek zorunda olduklarını hissettiriyordu. Ancak Nicole, gözlerini Mukaddes’ten ayırmıyordu. Uluç’a baktı, ama bu bakışta sadece güvensizlik vardı.
Nicole: “Bu kadını yanımıza alamayız. Neden ona güveniyoruz ki? Belki de bu, bizi pusuya düşürmek için planlanmış bir şeydir.”
Uluç, Nicole’ün sözlerine karşı çıkmak istedi, ama içindeki şüphe de ona bunu yapmaması gerektiğini söylüyordu. Ancak Mukaddes’in haline kayıtsız kalamıyordu.
Uluç: “Onu buradan böyle bırakmamız doğru olmaz. Bize rehberlik edebilir.”
Nicole’ün gözlerindeki şüphe devam etti. Ama şu an orada daha büyük bir karar vermek zorundaydılar. Foley’den gelen kısa bir onayla Mukaddes’i yanlarına aldılar.
Yolculuk devam ederken, Mukaddes sürekli Uluç’un yanında yürüyordu. Onunla daha fazla yakınlaşmak için fırsatlar yaratmaya çalışıyordu. Bir ara sessizliği bozarak konuştu: “Uluç, bu kadar büyük bir sorumluluğu nasıl taşıyorsun? Bu kadar güçle yaşamak zor değil mi?”
Uluç, bu soruya ne diyeceğini bilemedi. Mukaddes’in ilgisi ona karşı garip geliyordu, ama bir yandan da bu kadının içindeki gerçek amacı anlayamıyordu. “Zor,” dedi sadece. “Bu güç bazen kontrol edilemez oluyor.”
Mukaddes ona biraz daha yaklaşarak gözlerine baktı. “Ama sen çok güçlüsün. Bu kadar güce sahip olmak, bazen insanı yalnız hissettirmez mi?”
Bu soruyla Uluç bir an durdu. Mukaddes’in bu kadar kişisel bir şey sorması garipti. İçinde bir yerde, Nicole’e bakma ihtiyacı hissetti. Nicole, birkaç adım arkadan geliyordu, ama gözleri hep üzerlerindeydi. Mukaddes’in Uluç’a bu kadar yakın olması, Nicole’ü rahatsız ediyordu. Bunu belli etmese de, gözlerinde kıskançlık ve endişe vardı.
Nicole’ün bakışlarını fark eden Uluç, hemen yanıt verdi. “Yalnız değilim,” dedi, ama bu sözlerin ağırlığını taşıdığını hissediyordu.
Mutant geliştirme merkezine vardıklarında, ekip devasa kapıları ve sıkı güvenlik önlemlerini aştı. Mukaddes, güvenlik sistemlerini etkisiz hale getirmelerine yardımcı oldu. Ancak içeri girdiklerinde gördükleri manzara tam anlamıyla bir dehşetti. Cam tüplerin içinde, insanlık dışı denekler vardı. Bazılarının vücutları parçalanmış, kimileri tamamen bilincini yitirmişti.
Uluç, bu manzara karşısında sessiz kaldı. Gözlerini bir tüpün içinde yatan, deforme olmuş bir bedene dikti. “Eğer burada olsaydık, biz de böyle olurduk,” diye mırıldandı. Nicole, donakalmıştı. Gözleri tüplerdeki korkunç görüntülere kilitlenmişti.
Nicole: “Evet,” dedi sessizce. “Ama buradayız ve bu kâbusa son vermek zorundayız.”
Kaan da geride durarak manzarayı izliyordu. “Burası tam bir kâbus,” diye fısıldadı. “Ama bunun bir parçası olmayacağız.”
Yorumlar