4. Bölüm “Araethium”

13 0 10 Ekim 2024

Eta, yaratığın anlam veremediği sesler çıkarmasıyla geri çekilmeye başladı. O adım attıkça, yaratık da sessizce onu izleyerek takip ediyordu. Ne zaman Eta duracak olsa, yaratık da hareketsiz kalıyordu. Artık bu esrarengiz yaratığın amacını sorgulamaktan vazgeçmiş, buradan nasıl kurtulacağını düşünmeye başlamıştı. Her yer tam anlamıyla karanlık değildi, ancak etrafta en ufak bir ışık izi de yoktu. Sanki var olan tüm renkler solmuş, canlılıklarını yitirmiş gibiydi. Eta, kendi bedenine baktığında sağlam kalan sol kolunun da bu solgunluğa büründüğünü fark etti. Bunun bir göz yanılsaması olup olmadığından emin değildi, ancak tek bildiği, buradan bir an önce çıkması gerektiğiydi. Yaratığın ısırdığı bacağı artık acı vermiyordu, bu sayede tüm gücünü toplayarak ayağa kalktı. Daha önce yaratığın hareketlerini taklit ederek kurtulmaya çalışmıştı, fakat her yönde başarısız olmuştu. Denemediği tek bir yön kalmıştı: Yaratığın üstüne gitmek. Bu düşüncenin mantıklı bir dayanağı olmasa da, kaybedecek bir şeyi kalmamıştı. Ya da kalmış mıydı? Canından başka elinde hiçbir şey yoktu ve O`baoth’un da ona ihtiyacı olmadığını biliyordu. Bu nedenle kararlı bir adımla yaratığa doğru ilerlemeye başladı. Ancak beklediği gibi yaratık gerilemiyordu; aksine hareketsizce onu izliyordu. Eta yaratığa yaklaştıkça, onun garip, kaygan dokusu daha da belirginleşti. Yaratık gözlerini sabit bir şekilde ona dikmiş, sessizce bekliyordu. Eta ne yapması gerektiğini bilmiyordu, çünkü beklediği tepkiyi alamamıştı. Bu yüzden geri çekilmeye karar verdiği anda, hiç beklenmedik bir şekilde yaratığın içinden gelen güçlü bir akım onu vakum gibi içine çekmeye başladı. Tüm direnişine rağmen, yaralı bacağı ve tek koluyla bu güce karşı koymak imkânsızdı. Kendini akımın içinde bulduğunda, önce bedenini saran o soğukluk ürkütücüydü, ancak kısa sürede bu hisse alıştı. Gözlerini etrafta gezdirmeye çalıştı, fakat gördüğü tek şey hızla geride kalan renkli ışıklardı. Sanki bir renk seline kapılmıştı, ancak bu ışıkların dansı az önce bulunduğu karanlık mekândan çok farklıydı. Kaybettiği renkler geri dönmüş, bedenini kaplayan sıcaklıkla birlikte derin bir uyku onu sarmaya başlamıştı. Gözleri yavaşça kapanırken, gördüğü son şey o renklerin büyüleyici güzelliğiydi.

 
 Eta, ley hattının içinde bilinmeze doğru sürüklenirken, O`baoth hâlâ yapay evrenin derinliklerindeydi. Karşısındaki mor tenli kadına bakarken, kadının gülümsemesi sinsi bir sırıtışa dönüşmüştü. Kadın yavaşça eğilip yerden bir karahindiba koparırken, O`baoth gözlerini ondan ayırmadan dikkatle izliyordu. Ancak bu gizemli kadının fazlasıyla sakin tavrı, O`baoth’a hiç de hayra alamet gelmiyordu. Kadın, elindeki karahindibayı havaya kaldırıp narin bir nefesle tohumlarını üfledi. Tohumlar rüzgârda süzülmeye başlarken, kadın parmaklarını uçuşan tohumlara doğru uzatıp konuşmaya başladı, “Yanlış soru, yanlış zaman… Asıl sen kimsin? Araethium’a ait bu küçük karahindiba tohumlarından olmadığın kesin. Nesin sen, bir Noraoth mu?” O`baoth, kadının söylediklerini kavramaya çalışırken, kadının elinde bir kılıç şekillenmeye başladı. Hiç tereddüt etmeden kılıcıyla O’baoth’a doğru hamle yaptı. Kadının bu denli hızlı olacağını beklemeyen O`baoth, zamanın akışını yavaşlatarak onun arkasına geçti. Kadın, boşluğa savurduğu kılıcı geri çekip arkasına döndüğünde, O’baoth’a bakarak soğukkanlı bir ifadeyle konuştu, “Buraya ait değilsin! Sen, rüzgarın yanlış yöne savurduğu, var olmaması gereken zararlı bir tohumsun!” Ardından yeniden saldırıya geçti. Fakat O`baoth’un savaşmak gibi bir niyeti yoktu. Aksine, tek amacı kadını atlatıp eve girmekti. Kadın, saldırılarını evin içine yönlendirirken, O`baoth eve doğru ilerlemeye çalışıyordu. Zamanı tamamen durdurmanın bu dengesiz evrende tehlikeli olduğunu bildiği için, kadının saldırılarından kaçarak kendini savunmaya devam etti. Evin içine girdiklerinde, mor tenli kadın durmaksızın saldırmayı sürdürüyordu. O`baoth, icatlarının parçalarını kullanarak kendini savunurken bir yandan da odasına ulaşmaya çabalıyordu. Fakat kadın, bu mücadeleden keyif alıyormuş gibi görünüyordu. Sesi alay doluydu: “Sadece kaçacak mısın? Seninle tanışmak için buraya kadar geldim!” O`baoth’un yolu tıkanmış, yapacak başka bir şey kalmamıştı. Son çaresi zamanı durdurmaktı. Zaman durduğunda, O`baoth hızla kadının yanından geçerek odasına girdi. Duvara asılı duran cep saatini aldıktan hemen sonra, duvardan gelen çatlama sesiyle evrenin dayanmaya başladığını hissetti. Zamanı daha fazla durduramayacağını anlayarak akışı normale döndürdü. Zaman yeniden akmaya başladığında, mor tenli kadın O`baoth’un ortadan kaybolduğunu fark edince şaşırdı. Ancak arkasına baktığında, O`baoth’un hâlâ orada olduğunu gördü. Fakat duvarda beliren ve giderek büyüyen çatlak çok daha endişe vericiydi. O`baoth çatlağa bakıp sakin bir sesle konuştu, “Seninle uğraşacak zamanım yok…” Ardından, çatlağın kenarından tutup bir kağıdı yırtarcasına yarığı açmaya başladı. Hiç vakit kaybetmeden bu yarıktan atladı. Mor tenli kadın olanları anlamlandırmaya çalışırken, içinde bulundukları yapay evren çökmeye başlamıştı. Evren, kendi içine katlanarak yok olurken, O`baoth ise yarıktan düşüyordu. Gözleri kapalı, bedenini boşluğa bırakmıştı. Tek dileği, Eta’nın her nerede olursa olsun güvende olmasıydı.
 
O`baoth, düşüş esnasında gözleri kapalı, rahatlamış bir halde bu anın tadını çıkarıyordu. Nihayet bedeni düşmeyi bıraktığında, kendini yaratılış ağacının köklerinin bulunduğu o devasa alt uzayın içinde buldu. Gözlerini araladığında ilk karşılaştığı şey, Isihlahla’nın parlak mor kökleri oldu. Bu kökler, çatlamış yumurtaları andıran devasa baloncukları tutuyordu. Baloncukların kırılan kısımlarından sızan Nish Samudra’nın ölümcül havası, geride kalan evrenlerin izlerini gözler önüne seriyordu. O`baoth doğrulurken, üzerindeki Nish Samudra’nın tozlarını silkeledi. Köklerin yoğunlaştığı bölgeye doğru ilerlerken, bir çıkış yolu aramaktaydı. Her ne kadar dış uzayda doğmuş kadim bir varlık olsa da, alt uzayın yoğun phaerion basıncı bedeni üzerinde baskı oluşturuyordu. O`baoth da tıpkı Marama gibi bir dış fenomendi, ancak onun sahip olduğu miras “zaman”dı. Marama kadar güçlü olup Isihlahla’yı yaratacak kudreti olmasa da, O`baoth’un gücü, Isihlahla’nın köklerinin ulaşamadığı her yerde hüküm sürüyordu. Bu yüzden üst uzay ve Nish Samudra’ya karşı bedeni dayanıklılık gösterebilse de, alt uzay gibi maddesel evrenin enerji çöplüğü sayılabilecek bu yer, onun için ölümcül bir tehdit oluşturuyordu. Ne Isihlahla kadar dayanıklı, ne de Marama kadar yaşam doluydu burası; O`baoth için tam anlamıyla bir cehennemdi. Diğer miras sahiplerine göre kırılma noktası çok daha zayıftı. On dört mirastan en dengesiziydi ve insansı bedeni onun için büyük bir yüktü. Ölüm, yaşam ya da hiçlik… Bunların hepsi insanlıktan çok uzaktı. Geriye kalan miraslar, zaman hariç, var olduklarından beri sabit bir düzen içinde varlıklarını sürdürmüşlerdi. İnsanlık özü olan zaman ise, insan kadar değişken ve kırılgandı. Eta bu kırılganlığın simgesiyken, O`baoth değişimdi. O`baoth, Eta’yı bulana dek değişimden nasibini almamış, ölmekte olan evreninde çaresizce beklemişti. Onunla tanıştıklarında, Eta ondan etkilenerek değişmeye başlamıştı; ve O`baoth da farkında olmadan, daha insani bir yan kazanmıştı. Bu yan henüz tam anlamıyla gün yüzüne çıkmamışken, O`baoth’a kendisini gösteren başka biri olacaktı.
 
 O`baoth köklere doğru yaklaştıkça, etrafında belirginleşen hatıraları fark edilir hale gelmekteydi. Ley hatlarının yoğunluğu, bu hatıraların maddesel forma kısmen erişmesine izin veriyordu; her biri, ona bakıldığında zihnini içine çekercesine dikkatini dağıtıyordu. O`baoth ise bu aldatıcı manzaralara direnerek yalnızca önüne bakıyor ve köklerin en derinine doğru yürümeye devam etti. Phaerion enerjisinin getirdiği ağır baskı her adımında kalbini sıkıştırıyor, etrafı karanlığa boğulurken Isihlahla’nın köklerinden yayılan soluk ley ışığı tek aydınlık kaynağı oluyordu. Her ne kadar gitmemesi gerektiğini bilse de, buradan çıkmanın tek yolu en derine inmekti. Araethium’un kaotik doğası, gözyaşından doğan Isihlahla gibi tuhaf örneklerle doluydu. Daha önce hiç alt uzaya düşmemişti ve ne yapması gerektiğini kestiremiyordu, ancak yukarı çıkmanın bir çözüm olmadığından emindi. O yüzden, tek seçeneği olan derinliğin de derinine inmeye karar verdi. Isihlahla gibi uzaylar arası sınırı (Ithmor) delemezdi. Bu yüzden, bir çıkış yolu bulmak uğruna daha da derinlere indikçe dış uzayın tanıdık soğuğunu hissetmeye başladı. Her adımda soğuk giderek artarken, üzerinde tatlı bir uyuşukluk çökmeye başladı. Dış uzayın sert doğası, içindeki her varlığı uykuya zorlayan bir özellik taşıyordu. Ancak O`baoth, daha önce Htoaron kalıntılarından çıkma eserler üzerinde çalışarak bu uykuya karşı koymanın yollarını öğrenmişti. Yarığa atlamadan önce aldığı cep saatini çıkardı ve onu kurup boynuna astı. Artık her adımı, bir tik tak ile ölçülüyordu; her bir tik tak, Araethium’da yaklaşık bir günün geçişine eşitti. Zihnini açık tutmak ve hızlanmak için çabalarken, derinlik arttıkça dış uzayın uyku fenomeni de şiddetleniyordu. O`baoth, sert bir biçimde elini ısırarak acının kendisini zinde tutmasını sağladı. Zaman ilerliyordu—Araethium’da on beş gün geçmişti bile. Hızlanmasının sebebi ise Eta’ydı; onun bedeni dayanabilecek miydi, bunu bilmiyordu. Isihlahla’nın kökleri sona yaklaştıkça solgunlaşıyor, O`baoth ise alt uzayın sınırlarını koruyan Ithmor fenomenini fark etti. Artık yürümeyi bırakıp koşmaya başlamıştı; cep saatinin tik taklarını yavaşlatmak manasızdı, çünkü Araethium’a bu şekilde etki edemezdi. Ithmor’un sınırına vardığında, sayabildiği tik taklar çoktan altmışı geçmişti. Şimdilik Eta’yı zihninin arka planına iterken, cep saatini kapattı ve onu susturdu. Önündeki sınırın mavi parıltısıyla aydınlanan bu tuhaf manzarada, geriye dönerek kollarını iki yana açtı. Zihnini toparlayarak Ithmor’dan geçmeye odaklandı ve kendini geriye bıraktı. Onu bir tehdit olarak algılamayan Ithmor, alt uzaydan düşüşüne izin verdi. Saydam duvardan geçerken bedenini bir ürperti sarmaya başladı. Gözlerini açtığında, alt uzayın karanlığından çoktan çıkmış olduğunu fark etti. Karanlıktan kurtulmuş olmanın getirdiği hafiflikle rahat bir nefes aldı. Şimdi ise bedeninin Araethium’a, Nish Samudra’nın ölümcül derinliklerine düşmesine izin verdi.

Yorumlar

Bir yanıt yazın

Ayarlar

×

Bölümler

×

Metin Raporla