Tebriz’de gece vakti sessizlik hakimdi. Şehir, eski ve geniş caddelerinin üzerinden gelen hafif bir rüzgarla solgun ışıklar altında sakin görünüyordu. Ancak bu sakinliğin altında, gölgelerde gizlenen bir şey vardı. Korkuluk Tarım Aletleri Fabrikası, şehrin en dışında yer alıyordu ve dışarıdan bakıldığında sıradan bir sanayi binası gibi görünüyordu. Yıllardır burada üretilen tarım makineleri ve aletleri, halkın çoğu için normaldi, hatta kimse bu fabrikaya dikkat bile etmiyordu. Oysa bu bina, son derece sofistike bir operasyonun merkezindeydi.
Bu sıradan fabrikanın derinliklerinde, kimsenin bilmediği bir dünyada, Mirsat, sessizce oturuyordu. Oda sade ve işlevseldi; eski bir masa, birkaç sandalye ve odanın köşesinde dev bir ekran bulunuyordu. Fakat bu basitlik, buradaki gizemi açığa vurmuyordu. Mirsat, sessizliğe alışkındı. Zihni sürekli meşguldü, çünkü o zamandan ve mekândan bağımsız biriydi. Onun aklı, sadece şimdiki zamanda değil, geçmişte ve gelecekte de dolanıyordu. Mirsat, zamanın derinliklerine nüfuz edebilen, geleceği ve geçmişi parça parça görebilen bir adamdı.
Masasının üzerinde duran eski model bir iletişim cihazı hafif bir titremeyle mesaj geldiğini haber verdi. Bu cihaz, dış dünyadan tamamen bağımsız, yalnızca belirli kişiler tarafından kullanılan, örgütün en üst düzey üyelerine ulaşan gizli bir iletişim sistemiydi. Gelen mesaj Zeynep’ten geliyordu. Ekranda yazan mesaj netti: “Burada bir sapma var. Bu sapma, Alfa seviye. Üssü gözlem altında tutuyorum.”
Alfa sapması… Bu kelime, Mirsat’ın zihninde yankılandı. Alfa, sıradan mutantların çok ötesindeydi. Bu sapmalar, doğaları gereği dünya üzerindeki güç dengelerini değiştirebilecek varlıklardı. Mirsat, hayatı boyunca bu sapmaları izlemek ve onları kontrol altında tutmakla görevliydi. Ancak bu sefer durum daha karmaşıktı. Zeynep’in mesajındaki tedirginlik, Mirsat’ın iç dünyasındaki huzursuzluğu daha da büyüttü. Çünkü Alfa sapmalarının kontrol edilememesi, büyük felaketler doğurabilirdi.
Mirsat, sessizce sandalyesinden kalktı ve odayı dolaşmaya başladı. Zihni yoğun düşüncelerle doluydu. Uluç… Bu isim, ona bir şey ifade ediyordu, ama ne olduğunu bir türlü çıkaramıyordu. Zamanda bu kadar yetkin bir varlık olmasına rağmen, Uluç’la ilgili anılarının bulanık olması, Mirsat’ı rahatsız ediyordu. Uluç’un kim olduğu, neden bu kadar önemli olduğu konusunda zihni ona ihanet ediyormuş gibiydi. O, her şeyi görebilirdi, ama bu genç adamla ilgili parçalar, zamanın sisleri arasında kaybolmuş gibiydi.
Bu genç adam, sadece bir mutant değildi. Mirsat bunu hissediyordu. Alfa seviyesinde bir sapma, sadece biyolojik bir değişim değildi; bu, insanın doğasını kökünden değiştiren bir güçtü. Uluç’un bu güce nasıl sahip olduğunu bilmese de, bu gücün doğasını anlaması gerekiyordu. Eğer bu gücü kontrol edemezlerse, Uluç dünya üzerindeki en büyük tehditlerden biri haline gelebilirdi. Zeynep’in mesajında belirttiği bu sapma, sadece bir tehdit değil, aynı zamanda bir fırsattı. Fakat fırsat doğru kullanılmazsa, bu durum felakete dönüşebilirdi.
Mirsat, derin bir nefes aldı. Düşüncelerinin bir çıkmaza girdiğini hissediyordu. Zihni, Uluç’un kim olduğunu hatırlamaya çalıştıkça daha da bulanıklaşıyordu. Normalde zamanın akışını net bir şekilde görebilir, geleceği ve geçmişi inceleyebilirdi. Ama bu sefer bir şey farklıydı. Bir şey bu hatırlamanın önünde engel oluşturuyordu. O, geleceğin anahtarlarını elinde tutuyordu, ama bu anahtarlar bir türlü Uluç’un kapısını açamıyordu.
Masaya geri döndü ve elindeki iletişim cihazını tekrar aldı. Şimdi harekete geçmesi gerekiyordu. Uluç hakkında daha fazla bilgi toplaması, onu daha yakından izleyebilmesi gerekiyordu. Bu yüzden, örgütün en sadık ajanlarından biri olan Mukaddes’i devreye sokmaya karar verdi. Mukaddes, zaten Kızıl Muhafızlar’a sızmış ve Uluç’un yanında yer alan biri olarak, onun güvenini kazanmaya başlamıştı. Ancak daha fazlasını yapması gerekecekti.
Cihazı açıp kayıt butonuna bastı. “Mukaddes,” diye başladı, sesi soğuk ve kararlıydı. “Uluç’la ilgili raporunu aldım. Onun kim olduğunu öğrenmemiz gerekiyor. Ona daha fazla yaklaşman lazım. Gerekirse duygusal bir bağ kur. Onunla yakınlaş. Onun potansiyeli kontrol altına alınamazsa, bu güç felakete dönüşebilir.”
Mesajı kaydettikten sonra birkaç saniye düşündü ve iletişimi kapattı. Mukaddes, Uluç’u izlemeye devam edecekti. Ona yaklaşmak ve onu anlamak için doğru adımları atmalıydı. Mirsat, Mukaddes’e güveniyordu. Ancak Uluç’un kim olduğunu tam olarak bilmeden, bu gücü nasıl kontrol edebileceğini kestiremiyordu. Bu genç adam, onun bugüne kadar karşılaştığı en büyük tehdit olabilir miydi? Mirsat, zamandaki kırılmaların işaretlerini görmeye çalışıyordu, ama her şeyin üzeri bir sisle kaplanmıştı.
Bu sırada, odanın kapısı hafifçe aralandı ve içeriye Mirsat’ın güvenilir ekibi girdi. Muhammet, İvan ve Raşit, sessizce odaya girdiler. Bu üç adam, hem fiziksel hem de zihinsel olarak olağanüstü yeteneklere sahiplerdi, ancak bu yeteneklerin doğasını kimse bilmiyordu. Mirsat’ın oluşturduğu bu ekip, dışarıdan sıradan askerler gibi görünse de, aslında dünyanın en tehlikeli görevlerini üstlenen bir süper asker ekibiydi. Onlar, sıradan insanların bilmediği operasyonlar için eğitilmiş, özel yeteneklerle donatılmışlardı.
Muhammet, güçlü yapısıyla ilk konuşan oldu. “Efendim, Tebriz’deki mutant saldırıları artıyor. Hemen harekete geçmemiz gerekiyor.”
Mirsat, ekrana göz gezdirdi. Tebriz’in dış mahalleleri, mutantların saldırısı altındaydı. Zombi mutantlar şehre doğru ilerliyor, binaları yıkıyor ve insanları katlediyordu. Mirsat’ın gözlerinde bir parıltı belirdi. Bu saldırıların ardında bir şey vardı. Bunlar sıradan mutantlar değildi, organize ve sistematik hareket ediyorlardı. “Bu saldırıların arkasında ne olduğunu bulmalıyız,” dedi, sesi derin bir kararlılıkla doluydu.
Raşit, sabırsızca öne çıktı. “Saldırıları durdurmamız gerek. Ama Uluç ne olacak? Onunla ilgili bir planımız var mı?”
Mirsat, gözlerini onlara dikti. Uluç, onun için şu anda en büyük bilinmezdi. “Uluç, en az bu mutantlar kadar tehlikeli olabilir. Onu kontrol altına almamız gerek. Mukaddes onu izliyor, ama biz de gözlerimizi açık tutacağız. Eğer Uluç kontrolden çıkarsa, bu sadece Kızıl Muhafızlar için değil, hepimiz için felaket olur.”
İvan, stratejik bir soğukkanlılıkla başını salladı. “Tebriz’e gitmeli ve bu saldırıları durdurmalıyız. Uluç konusunda temkinli olalım, ama şu an önceliğimiz bu mutantları durdurmak.”
Ekip hızlıca harekete geçmek için hazırlıklarını yaparken, Mirsat zihnindeki düşüncelerle mücadele ediyordu. Uluç, onun aklının derinliklerinde, bir gölge gibi dolaşıyordu. Zaman ve mekân ötesi bir varlık olarak, geleceği ve geçmişi kontrol edebilme yeteneği Mirsat’a büyük bir güç vermişti. Ama bu genç adamla ilgili hiçbir şey net değildi. Normalde zamanın dokularını kolayca çözebilirdi, fakat Uluç, bu dokuların arasındaki bir boşluk gibiydi. Bu boşluk, Mirsat’ın içindeki huzursuzluğu büyütüyordu.
Tebriz’deki mutant saldırıları hızla yoğunlaşırken, ekip hızla helikopterlerine bindi ve saldırının olduğu bölgeye doğru hareket ettiler. Gökyüzünden aşağı baktıklarında, şehrin dış mahallelerinde alevler yükseliyordu. Zombi mutantlar, sokakları işgal etmiş, binaları yerle bir ediyordu. Bu sıradan bir saldırı değildi. Mirsat, bu saldırının ardındaki organize gücü anlamaya çalışıyordu.
Helikopterden indikleri anda savaş başladı. Muhammet, güçlü yapısıyla mutantları yere seriyor, İvan stratejik noktalardan saldırılara karşı koyuyor, Raşit ise hızlı ve çevik hareketlerle mutantları etkisiz hale getiriyordu. Mirsat ise sakin bir şekilde olanları izliyor, zihni başka bir yerde dolaşıyordu. Zamanın akışına nüfuz etmeye çalışıyor, ama Uluç’un varlığı hala bir karanlık olarak zihninde duruyordu.
Mutant saldırısı püskürtülmüş, ancak Mirsat’ın kafasındaki soru işaretleri hala yerindeydi. Uluç’un kim olduğunu bulmak, bu saldırıları durdurmaktan çok daha büyük bir öncelik haline gelmişti. Mirsat, gelecekteki tehlikenin ne olduğunu anlamak zorundaydı. Ve bu sırada Mukaddes’in, Uluç’a yaklaşması ve onu anlaması gerekiyordu. Zaman daralıyordu ve her saniye, felaketin daha da yaklaşmasına sebep olabilirdi.
Mukaddes, Uluç’la daha fazla vakit geçirmeye başlamış, onunla güven ilişkisi kurmaya çalışıyordu. Mirsat’ın talimatı netti: Eğer Uluç’un sırları varsa, bu sırlar açığa çıkmadan önce kontrol altına alınmalıydı. Mukaddes, Uluç’a duygusal bir bağ kurarak bu sırları ortaya çıkarabilirdi. Mirsat’ın örgütü, yüzyıllardır dünyayı gözlemliyor ve gizli savaşlar yürütüyordu. Şimdi ise Uluç, bu savaşın tam ortasında yer alıyordu.
Yorumlar