Artheus Yaldızlı Sarayının en uç mahkum hücrelerinde yüzyılın duruşması için hapsedilen asi komutan Komodor Phineas Phason’un beklenmedik, ama yüzünü gülümsetmeye yetecek kadar iyi olan bir ziyaretçisi vardı. Leydi Penelope D’artheus, eski öğrencisi ve yeni saray gözdesi. Penelope parmaklıkların arkasında duran askere,önce acı bir gülümsemeyle, sonra da hafif bir kinaye ile baktı:
“Her zaman bir B planın var değil mi Komodor Phason ?”
Phineas elektro-parmaklıkların karşısındaki duvara yaslanıp kollarını kavuşturdu. isyan başladığında Penelope’nin kendisine katılacağını ummuştu ama genç leydi hala Okumuşlar Meclisi’nde görev yapan halasını tehlikeye atmamak için sessiz kalmıştı. Ama bu duruşmadan sonra meclis kalır mıydı ? İşte burası şüpheliydi.
“Buraya nasıl girebildin ki ?”
Penelope derin bir nefes alarak bakışlarını kaçırdı:
“Tatlı dil.”
Bir an devam edecek gibi olduysa da durmuştu. Birkaç saniye bekledikten sonra yine sordu:
“Bak Phineas.. Sana bir şey olursa..”
Phason gülümsedi:
“Leydi Penelope, çıkar ağzındaki baklayı..”
Penelope sonunda:
“Eski günleri unutarak konuşuyorum. Eğer sana bir şey olursa sıradaki halam ve Henrik Amca olur, bak… Henrik Amcam senin düşmanın de..”
Komodor kollarını kavuşturup başını iki yana salladı:
“Anladım, aileni kurtarma peşindesin.”
Penelope D’artheus öfkelenmişti, bağırmamak için kendini zor tutuyordu, sarı saçlarının altındaki süt rengi teni kıpkırmızı olmuştu, Komodor’a döndü:
“Ailem umurumda mı, D’artheus ailesinde halam dışında kimse bana saygı duymuyor! Soyluları umursuyor muyum sence! Sadece, senin mirasını, adil bir imparatorluğun mirasını sürdürmeyi umuyordum! Tıpkı bana öğrettiğin gibi..”
Phason etkilenmemiş görünüyordu, buna rağmen gözlerinde hafif bir empati vardı, Penelope’ye gülümsedi:
“Eğer mücadeleye devam etmek istiyorsan gideceğin yer Anelae gezegeni, direniş benim işim bittikten sonra orada devam edecek… Bu cesarete sahip misin ? Bilemiyorum.”
Penelope parmaklıklardan uzaklaştı ve idolüne, kardeş figürüne ve yol arkadaşına son bir kez baktı..
“Bana güveniyor musun?”
Phineas elektro parmaklıklara yaklaştı ve gülümsedi, ama yüzünde neşe yoktu. O, ölmekte olan bir dava uğruna savaşan yenilmiş bir subaydı:
“Benim fikrimin hiçbir önemi yok, önce kendine güvenmelisin..”
“Kendime güveniyor muyum?” Bu soru Penelope’yi kemiriyor, içini burkuyordu. Önüne serilen her yolu, ailesinin ve İmparatorluğun talep ettiği her görevi takip etmişti. Ama nereye varmıştı? Parçalanmış bir imparatorluk, hapishane parmaklıkları ardında bir akıl hocası ve her adımda daha da belirsiz görünen bir gelecek.
Anelae. Bu isim onu ürpertiyordu. Savaşların onurla değil, umutsuzlukla yapıldığı bir yer. Gerçekten onun yolu bu muydu? Phineas yanında olmadan bu mücadeleyi sürdürebilecek kişi o olabilir miydi?
Belki de Phineas haklıydı. Belki de mesele onun güveni değildi… belki de kendine güvenmesiydi. İşte bu, yapacağı işin en zor kısmıydı..
Yorumlar