Baruch Gezegeni’nin tozlu havasını solumak eğer yargıçlar bir seneye yakın bir hapishane işlevi gören maden istasyonunda yaşamıyor olsaydı onlara zor gelebilirdi.
Cog’u da yanlarına alarak Abanozkalp’in indiği Peçeli Limanı’na adımlarını attıklarında onları, İmparatorluk Ders Kitapları’nda tasvir edilen stereotip bir uzaylı karşıladı. Kocaman, kapaksız gözler, kısa kollar ve bacaklar, yeşil ten ve koca kafa. Bu canlılar Dış Çerçeve sakinlerinden Eke halkındandı. Üzerine beyaz bir tulum geçirmişti. İpince, daha çok ses tellerinin dışından geliyor gibi görünen bir sesle:
“Kaptan Thorpe, Peçeli Şirketi İniş Alanlarına hoşgeldiniz. Giriş ücretiniz yüz elli markot olacaktır.”
Thorpe elini mavi yarışçı ceketinin cebine attı ve üç yüz markotluk bir çip çıkararak memur uzaylıya verdi:
“N’aber yeşilim. Al şunu da bana Winso’yu nasıl bulabileceğimi ve şu aralar Peçeli’de ne olduğunu anlat.”
Yeşil uzaylı çipi alarak çenesine sürdü, Bu Eke halkının geleneğinde memnuniyet anlamına bir hareket olmalı diye düşündü Franc,amcası ile beraber Eke görevlinin sözlerine dikkat kesilirken arkalarındaki droid Cog tekerleklerini oynatarak, ikisini de geren bir ses çıkarıyordu.
Liman görevlisi:
“Senin Winso Madenciler Meyhanesinde takılıyor şu aralar, sabah akşam sarhoş, iki İmparatorluk devriyesi görünce herifi geride bırakıp kaçmışsın, hani.. ben olsam yanına yaklaşmazdım.”
Thorpe elini çenesinde gezdirirken:
“Sana fikrini soran olmadı. Başka neler var ?”
Uzaylı başını hafifçe yukarı kaldırdı ve daha kısa olduğu kaptana alttan dik dik baktı:
“Pek bir şey yok. Sen gelmeden önce jandarmalar şehirde gezmeye başladı. Başın onlarla belaya girmedi değil mi ?”
Üç adam birbirlerine endişeli gözlerle baktılar. Elbette Jandarma başka sebeplerden dolayı Peçeli Liman’a inmiş olabilirdi ama hepsinin aklında acaba uyguladıkları tuhaf plandan dolayı mı böyle bir şey olduğu düşüncesi vardı. Yine de Tim alaylıca elini uzaylının pürüzsüz başında gezdirdi ve omuz silkti:
“Benlik bir durum yok, sen bak keyfine, çok soru sorma. Haydi kolay gelsin.”
Baruch gezegeninin Peçeli Limanı, yani Orta Çerçeve’de gizli suç faaliyetlerinin birincil merkezi, binlerce yıllık sert rüzgarların oyduğu büyük bir kanyonun kenarına inşa edilmişti. Tasarımdan çok zorunluluktan böyleydi, paslı platformlar, yeniden işlevlendirilmiş ve yaşam alanı olarak kullanılan uzay gemisi gövdeleri ve kayalık uçurum kenarına dayanan, hiç sağlam durmayan kumtaşı evlerden oluşan bir labirent gibiydi. Liman, çoğunlukla karaborsa anlaşmaları, kaçakçılık ve yasa dışı faaliyetler içerse de, her zaman ticaretin uğultusuyla canlıydı. Çöken yapılar, arızalı teknoloji veya gaddar sakinler nedeniyle her köşe potansiyel bir mezarlıktı.
Şu an yürüdükleri Liman Çarşısı ise, galaksinin dört bir yanından gelen tüccarların antik kalıntılardan yasadışı silahlara, baharatlara ve egzotik yaratıklara kadar her şeyi alıp sattığı Peçe Limanı’nın kalbiydi. Çarşının en uzak noktasında “Madenciler Meyhanesi” adlı büyük, kumdan bir bina vardı. Kayaların -içine- doğru genişliyordu.
Jandarma’nın dört köşede de denetim yaptığını görünce Franc sesini alçaltarak önce Valero Dorbont’a sonra da Kaptan Tim Thorpe’a fısıldadı:
“Bizi aramıyorlarsa bile çabuk çıkalım buradan. Şüphelenmeye başladım.”
Thorpe meyhaneye giden ve ucuz bir çarşafla örtülmüş kapıdan girerken ikisine de dönerek uyardı:
“İçeride çok kafanızı kaldırmayın. Droid’de çok oraya buraya gitmesin, çalınır.”
Cog kimliksiz mekanik sesi ile:
“Ölçülere göre burada ceza kanununda belirtilen bir suçla karşılaşma olasılığımız, yüzde doksan yedi virgül otuz bir. Yargıç Franc, dikkatli olmanızı tavsiye ederim.”
Ellerini birleştirerek başını eğen Franc ilk kez alaycı, biraz da eğlenmiş bir halde droide döndü:
“Uyarın için çok teşekkür ederim makine. Cansın sen.”
Tim’in çoktan çarşafın içinden geçip tozlu kumtaşı merdivenlerden çıktığını görünce yargıçlar da peşinden devam etti. Mekanik Cog ise tekerlerini indirerek küçük bir motor sayesinde kendini yükselterek merdivenlerde ilerliyordu. Her basamağı çıktıklarında, yargıçların burunlarına çok daha keskin bir koku geliyordu. Üst katta yangın falan mı vardı ?
İşte bu tuhaf kokunun sebebi Thorpe’un bir salona giden başka bir çarşafı geçmesi ile belli oldu. İçerisi, binbir türlü efsane ve hikayelerde anlatılan “cehennem” tasvirlerine uyuyordu. Çeşitli yerleri açılmış türlü türlü Urrelia’lılar, insanlar, Eke’ler, Uzun boylu insanımsı Hapon’lular, Franc’ın gözünün ısırmadığı kıllı ve sivri dişli bir halk, ten renkleri İç Çerçeve gökkuşaklarını andıran binbir türlü renkten oluşan iki kollu, iki bacaklı türler… Salonun köşesindeki bir metal zeminli bir pistte bazı sarhoşlar garip danslar ederken bir grup hologram müzisyen, yansıtıldıkları duvarlarda sonsuza kadar çalacakları parçaları çalmaktaydı.
Buranın Madenciler Meyhanesi mi, yoksa Madenciler Sirki mi olduğunu hala kafasında değerlendiren Franc, Tim’in bara oturması ile android Cog’u yanına yakın tutarak amcası ile bar masalarından birine oturdu. Kaptan Thorpe onlara dönerek:
“Benimle içtiğiniz Terrano şarabı ve mersin suyu karışımı bir şey yaptırıyorum size.”
Arkası dönük barmenin sırtını çekiştirince yüzünde kocaman bir kesik olan orta yaşlı bir adam onlara döndü, Tim ekleyerek:
“Ulke, arkadaşlara birer Baharkıran Sapanı yaparsın, şu droidlerine de göz kulak ol, Winso’yu alıp geliyorum. Kerata nerede ?”
Barmen bir makineden çıkan iki bardak çifte parlak sıvıyı metal bir aparatla karıştırdıktan sonra masaya dört yüz markot bırakan Thorpe’a gülümsedi, ağzı kulaklarına vardı demek daha doğru olurdu:
“Seninki arka masalarda Jenny ile takılıyor. Dikkatli ol ama, buraya geldiğinden beri onu bırakıp gittiğini ve sülaleni ziyaret edeceğini söyledi.”
Thorpe kahkaha attı, ama sesi yüksek müzikten duyulmamıştı bile, önce Ulke’ye dönerek:
“Keşke etse. Neyse, benim çocu… müşteriler sana emanet, gidip o manyağı ayıltıp geleyim.”
Kalkmadan önce iki elini Franc’ın omzuna koydu ve iki yargıca bakarak:
“Birazdan bahsettiğim arkadaşla gelirim, içkinin tadını çıkarın.”
Franc Baharkıran Sapanı’ndan bir yudum aldı. Saf şaraba göre daha tatlı, daha az baharatlıydı, ama düşünceleri lezzet veya baharatla ilgilenmiyordu. Gelecek ne gösterecekti ? Ne kadar tuhaf bir hikayesi olsa da resmi olarak bir suçlu olan Thorpe’a yardım etmek— doğru muydu? Franc kaçış sırasında kendini haklı çıkarmıştı. O zaman birbirlerine ihtiyaçları vardı; Thorpe’un gemisi maden sürgününden kurtulma biletleriydi. Ama şimdi, karanlık figürlerle kanunsuz barlarda otururken, daha önce bastırdığı şüphe gitgide büyümeye başlamıştı.
Eğer başarırlarsa. Artheus’a ulaştıklarında hayatları farklı olacak mıydı? Emin değildi. Galaksi çoğunlukla altüst ederdi ve Tim Thorpe gibi bir kaçakçıya güvenmek, son sözleri ne kadar güven verici olursa olsun riskliydi. Franc yakın zamanda ona ısındığını düşünüyordu, ilginç bir insan olduğu kesindi ama bu ona güvendiği anlamına gelmiyordu.
Bir de onlarla seyahat eden ve kendisi ile eskisi gibi konuşmayan amcası Valero vardı Her zaman sakin, her zaman soğukkanlıydı. Ama Franc amcasının düşüncelerinin derinliğinde, Kaptan’a duyduğu küçümse ve iğrenmeyi hissedebiliyordu. Artık onun yaşama bakış açısı ile ne kadar uyumlu olduklarından emin değildi. Belki de Valero, hiç Artheus’a gitmek istememişti… Ama böyle bir düşünce hayatı boyunca adalet için savaşmış Yargıç Dorbant’a haksızlık olurdu
Bütün bunlar bir yana gerçekten Artheus’a ulaşabilecekler miydi? Ve ulaşsalar bile… her şey eskisi gibi olur muydu ?
Yorumlar