Eta, O’baoth’un teklifini kabul ederek odadaki cama doğru ilerledi. Perdeyi yavaşça aralayıp dışarıya baktığında, sonsuzmuş gibi görünen bir tarlayla karşılaştı. İsmini bilmediği ama göz alıcı bir şekilde parıldayan mor çiçeklerle dolu bu tarlanın ardında, mavi ay tüm ihtişamıyla yükseliyor ve Eta’ya huzur dolu bir sakinlik veriyordu. Merakla dışarıyı incelerken, gecenin karanlığı olmamasına rağmen ayın gökyüzünde asılı olduğunu fark etti. Bir an dışarıya çıkma fikri zihninde belirse de, bu yabancı diyarda O’baoth’dan izin almadan hareket etmek istemiyordu. Ona doğru dönüp, biraz tereddütle sordu: “Evden çıkmadan önce dışarıya bakabilir miyim? Hem bu protezlere de biraz daha alışmış olurum…”, O`baoth bu soruya sadece hafif bir tebessümle karşılık verdi ve elini usulca sallayarak onu kapıya yönlendirdi. Kapı açıldığında, mavi çimenlerle kaplı, uçsuz bucaksız bir kır uzanıyordu Eta’nın önünde. Meltemin hafifçe estiği bu manzara, onu bir anlığına büyülemişti. Dışarı adım atıp atmama konusunda kısa bir tereddüt yaşadı; böylesine huzur dolu bir yerde bulunmak ona garip geliyordu. Zihni, eskiden evi olan ve artık cehenneme dönmüş o evrenine kaydı. Gökyüzü her zaman tehditkar bir kızıla bürünmüş, gezegeninin yegâne uydusu ise parçalanmış cesediyle semada asılı kalmıştı. Hiçbir şey yanmamasına rağmen sürekli kül kokan bir atmosferde yaşamaktan, şimdi ciğerlerini dolduran bu temiz hava neredeyse acı verici geliyordu. Yine de, gördüğü bunca garipliğe rağmen sonunda dışarıya adım atmaya karar verdi.
İlk adımını attığında, beklediği gibi bir şey olmadı; bu, içini rahatlatmıştı. Rüzgarın etkisiyle mavi çimenlerin birbirine sürtünerek çıkardığı hışırtı, ona tanıdık ve huzurlu bir melodi gibi geliyordu. Başını gökyüzüne çevirdiğinde, gümüşi gökyüzü ve mavi ayın sakin parıltısı karşısında büyülendi. Bu manzara ona garip gelmiyordu, çünkü geldiği yerdeki anormalliklerin yanında bu görüntü oldukça normal kalıyordu. Gümüş gökyüzünün altında yürürken, mor çiçeklerin oluşturduğu denize doğru adım adım ilerledi. Çiçeklerin arasında yürürken onları ezmemek için dikkatle adım atıyordu; kadifemsi yapraklarını nazikçe okşadı. Noraoth çiçeğinin ortasındaki parlak kısmı eliyle ovuştururken, çiçeklerin Isihlahla’nın dallarından türemesinin onlara ley hattı enerjisi verdiğini ve bu yüzden hafif mavi bir ışık yaydıklarını fark edememişti. Eğilip bu güzelliği incelerken, içinde ilk defa böylesine mükemmel bir şey gördüğü hissi doldu. Çiçeklerden başını kaldırıp ufka baktığında, bu yerin neresinde olduğunu bilmemesine rağmen daha fazlasını görmek istediğini hissetti. O’baoth’un onu pencereden izlediğini fark edince, ona döndü ve izin isteyecekmiş gibi bir hareket yaptı. Ancak O’baoth, sanki ne söyleyeceğini önceden biliyormuşçasına başını salladı. Tek kelime etmemişti ama Eta’nın isteğini onaylamıştı. O`baoth’a el salladıktan sonra, çiçek denizinde sevinçle koşmaya başladı, etrafı keşfetmenin heyecanı içinde adımlarını hızlandırıyordu.
Noraoth çiçeklerinden akan ley hattı enerjisinden bihaber olduğundan, kendisi etrafta heyecanla koştururken bedenine verdiği zararı fark edememişti. Her ne kadar O`baoth’un kendi yarattığı bu deneysel evren Isihlahla’dan bağımsız olsa da, Noraoth çiçeklerinin Isihlahla’dan kopmayan bağları nedeniyle ley hattı enerjileri çiçeklerde birikir. Bu çiçeklerin asla ölmemelerine ve solmamalarına sebep olur. Isihlahla’dan bağımsız bu evrende taşlaşmama sebepleri ise O`baoth’un oluşturduğu yapay dallardır. Her ne kadar Isihlahla’nın orijinal dallarından olmasa da, bu yapay dallar sayesinde Noraoth çiçeklerinin hepsi o mükemmel kadife dokusuyla varlıklarını sürdürmeye devam ederler. İşte, Eta’nın bedenine zarar veren bu enerji ise çiçeklerin içinde birikenlerdir. Uzun zaman önce çektiği fiziksel acılar sebebiyle bedeni canını fazla yakmayan acılara karşı duyarsız hale gelmiştir. Bedeninde önceden var olan Nish’in bıraktığı yaralar eskisi gibi açılmaya başlarken, Isihlahla’nın koruması altında olmayan bu baloncuk evren gittikçe başka canlıların ilgisini çekmeye başlıyordu. Bir kere dahi olsa Nish Samudra tarafından kirletilen bedenler, bu sonsuz denizde yaşayan yaratıkların dikkatini çekecek biçimde onların ilgisini toplamasını sağlar. Her ne kadar bu beden Nish Samudra dışında dahi olsa da, Nish’in etkileri sebebiyle bedenle beraber çevresindeki çoğu şey kirlenmeye başlar. Bu kirlilik Nish’in ulaşamayacağı bir yerde olsa da, yeterince biriken kirlilikten bu sonsuz denizin korkutucu yaratıkları doğar. Eta’nın bedeni de bu yaratıkların doğmasını sağlayacak bir kuluçka merkezi haline geliyordu. Bütün bunlardan habersiz çocuksuluğuyla oyun oynayan Eta fazlasıyla kaygısızdı. Evrende yaşanan şeylerden bihaber ve bilgisiz olduğundan, bu kaygısızlığı saf bir heyecan doğuruyordu içinde. Eta kendisini zehirleyen bu çiçek denizinde koştururken, O`baoth ise bu kirliliğin kokusunu henüz alamamıştı. Her ne kadar Nish Samudra da dahil olmak üzere her yerde var olan zamanın şimdiki mirasçısı olsa da, her şeyi bilebilmek kadar kompleks bir yeteneği yoktu. Fakat bildiği bir şey varsa, Htoaron medeniyetinin kayboluşu ve bu çocuğun belirişiydi. O`baoth hava almak adına dışarı çıktığında, kafasını gümüşi gökyüzüne kaldırıp derince nefes aldı. Sonrasında ise Eta’nın sesinin geldiği tepeye doğru ilerlemeye başladı. Eta, Noraoth çiçeklerinden akan ley hattı enerjisinin farkında olmadan, o alanda neşeyle koşturuyordu. Bedeni, bu enerjinin zararlı etkilerini algılayamayacak kadar duyarsızlaşmıştı. O`baoth’un yarattığı bu deneysel evren, Isihlahla’dan bağımsız olsa da, Noraoth çiçekleri hala Isihlahla’ya bağlı kalmıştı. Ley hattı enerjisi bu çiçeklerin içinde birikiyor, onları solmaktan ve ölmekten koruyordu. Bu evrende çiçeklerin taşlaşmamasının sebebi, O`baoth’un oluşturduğu yapay dallardı. Orijinal dallar olmasa da, bu yapay yapı sayesinde Noraoth çiçekleri, o mükemmel kadife dokularını koruyarak varlıklarını sürdürüyordu. Ancak bu güzelim çiçeklerin içinde biriken enerji, farkında olmadan Eta’nın bedenine zarar veriyordu. Geçmişte çektiği fiziksel acılar yüzünden, bedeni hafif sancılara karşı duyarsız hale gelmişti; eski yaraları, özellikle Nish’in açtığı derin kesikler, yavaş yavaş yeniden açılıyordu. Bu yapay evren Isihlahla’nın koruması dışında olduğundan, çevredeki yaratıkların ilgisini çekmeye başlamıştı. Nish Samudra’nın dokunduğu her bedeni etkileyen karanlık kirlilik, bu uçsuz bucaksız denizin yaratıklarının ilgisini çeken bir cazibe merkezi haline geliyordu. Kendi varlığının tehlikesini bilmeden çocuksu bir hevesle etrafta koşturan Eta, bu çiçek denizinin zehirli cazibesine kapılmıştı. O`baoth ise bu kirliliğin kokusunu henüz almamıştı. Her şeyi bilme yeteneğine sahip olmasa da, Htoaron medeniyetinin kayboluşunu ve bu çocuğun belirişini çok iyi biliyordu.
O`baoth, biraz hava almak için dışarıya çıkıp başını gümüşi gökyüzüne kaldırdı. Derin bir nefes aldıktan sonra, Eta’nın sesinin geldiği tepeye doğru ilerlemeye başladı. Isihlahla ve Nish Samudra’dan bağımsız olan zaman, iki gücün çatışmalarında hep sessiz kalmıştı. Ancak, kendilerini tanrı sanan bir avuç fenomenin izlediği bu sessizliğin farkında değildi. Mavi ay, her daim gökyüzünde asılıyken, O`baoth tepeye doğru adım adım ilerlerken yavaşça batmaya başladı. O`baoth’un yarattığı bu evren, ne bir uzaya ne de dış bir katmana sahipti. Mavi ay ve gümüşi gökyüzü, sadece bir yanılsamaydı. Ama batmakta olan bu ayın farkına henüz varmamıştı. Her adımında ay batarken, etraf yavaş yavaş kararıyordu. O`baoth, gökyüzüne bakıp da bu değişikliği fark edince, bir şeylerin ters gittiğini anladı. Ancak çevresinde kendisinden başka kimse yok gibiydi. Bu yüzden adımlarını hızlandırarak tepeyi daha çabuk tırmanmaya başladı ve Eta’ya seslendi: “Eta? Neredesin, Eta?” Her adımda kararan hava, tanıdık bir soğukluğu da beraberinde getiriyordu. Bu soğukluğu daha önce hissetmişti ve sonunda hatırladı: Nish Samudra’ya aitti bu soğuk. Sonunda tepenin zirvesine ulaştığında, mor ve siyahın bir arada var olduğu o korkunç yırtığı ve onun önünde duran Eta’yı gördü. İçgüdüsel olarak harekete geçti, tüm gücüyle ileri atıldı ve zamanı yavaşlattı. Eta’ya doğru koşarken, yırtığın içinden çıkmakta olan yaratıkları fark etti. Zaman yavaşlamışken bile yaratıklar tehlikeli bir şekilde dışarı süzülmeye başlamıştı. O`baoth, yaratıklar Eta’ya ulaşmadan onu tutup eski konumuna dönmeyi başardı. Zaman normale dönerken, havadaki yırtıklar çoğalmaya başladı. O`baoth’un yarattığı yapay evren, sanki bir kağıtmışçasına yırtılmaya başlıyor, yırtıkların sebep olduğu cam kırılmasını andıran tiz sesler kulakları acıtıyordu.
Henüz bir yaratık yırtıktan çıkmışken, O`baoth onu umursamadan Eta’nın bedenini kontrol etmeye başladı. Kendi yarattığı bu evrende var olan her madde, yaratığı oyalamak için bir araya geldi. O`baoth, çocuğun bedenini incelerken endişeli bir ifadeyle ona bakıyordu. Protezleri söküp atacak kadar kötü bir hale gelmemişti yaraları, bu yüzden şimdilik bunu görmezden gelmeye karar verdi. Eta’nın korkusunu hafifletmek için yumuşak bir sesle konuştu: “Korkma, tamam mı? Buradan çıkacağız şi—” Ancak sözünü bitiremeden, havadaki yırtıklar daha da genişleyip bir yaratık sürüsünün bu evrene hücum etmesine neden oldu. O`baoth’un sözleri yarıda kalırken, yaratıklardan biri üzerlerine atıldı. O`baoth, Eta’yı uzağa iterken, yaratığın kendisine gelmesini bekledi. Bu esnada boynunda ve vücudunda olan mavi izler parlayarak yaratığın saldırısına hazırlanıyordu. Yaratık tam üzerine atladığı sırada, O`baoth ortadan kayboldu ve yaratıkların hemen arkasında belirdi. Mavi ve beyaz renklere bürünmüş, dört kanatlı, yüzsüz bir varlık olarak belirdi; kafasının üzerinde mavimsi bir hale uçuşuyordu. Pençelere dönüşen elleriyle yaratıklara saldırmaya başladı. O`baoth’un mücadelesi gözlerinin önünde cereyan ederken, Eta tepeden aşağı yuvarlanmaya başlamıştı. O`baoth, yaratıkların saldırısından kaçınırken, zamanın ve mekanın bir kez daha O`baoth’un kontrolünde büküldüğünü hissedebiliyordu. Kendi yarattığı evren, kağıt gibi yırtılmaya devam ederken, kulakları sağır eden o tiz ses yankılanıyordu. Ancak, O`baoth’un aklında tek bir şey vardı: Eta’yı güvende tutmak.
Yer çimenlerle kaplı olduğundan, düşüşün etkisiyle pek fazla acı hissetmemişti. Yuvarlanmanın yarattığı şokla birkaç saniye afalladıktan sonra yavaşça doğruldu. Az önce gördüğü manzarayı hatırlayınca korkudan çok endişe hissetmeye başladı. Daha kötü şeylerle karşılaştığı için korkuya kapılmamıştı, fakat O`baoth’un hala orada olduğunu bilmek içini kemiriyordu. Ayrıca onun bir anda ortadan kaybolması da onu huzursuz ediyordu. Yaratığa dair detayları incelemeye fırsatı olmasa da, üzerindeki sembollerin O`baoth’un işaretlerine benzediğinden emindi. O`baoth’a yardım etmek için oraya gitmek istedi; ancak yapabileceklerinin sınırlı olduğunu biliyordu. Bu yüzden eve doğru koşmaya başladı. Yol alırken, gökyüzündeki ayın yok olup, havanın karardığını fark etti ama bunu görmezden gelerek koşmaya devam etti. Yol üzerindeki Noraoth çiçeklerinin tahrip olduğunu gördü; yaprakları kopmuş ve ışıkları sönmüştü. Çiçekleri bu hale getiren varlığın yakında olduğunu bilmeden uzun süre orada oyalanınca, yaratıklardan biri onu fark etti. Yaratık hızla kendisine doğru koşarken, Eta ancak çıkardığı seslerden onu fark edebildi. Ne var ki, çok geç kalmıştı. Yaratık, Eta’nın sol kolunu sertçe ısırıp kopardı. Dişleri arasında protez kolu paramparça olurken, Eta’nın kolunun yerinde yine o boşluk belirdi. Bu sefer, eskisinden de kötü bir bozulma vardı; protez kol kopunca kolundan sızan, morumsu, katı bir duman misali madde ortaya çıkmıştı. Eta geriye doğru düştü ama canı yanmadığından, tüm gücüyle ayağa kalkmaya çalıştı. Ancak kolunun olmaması dengesini kaybetmesine neden oldu. Yerde sürünerek kaçmaya çalıştı. Kaçmasına izin vermeyen yaratık, sağ bacağını sert bir biçimde ısırdı ve onu bir kenara fırlattı. Eta acı içinde çığlık attı; bacağının yanıyormuş gibi acısı dayanılmazdı. Fırlatılması ve bacağındaki yaranın acısı onu afallatmıştı. Yine de kaçmaya çalıştı. Yakındaki tahta direğe sağlam koluyla tutunarak ayağa kalkmaya çabaladı, fakat sağ bacağı onu fazlasıyla zorluyordu. Ayakta durmayı başarırken, yaratık dişlerinde hissettiği kan tadını severek ağzını yaladı. Ardından tekrar Eta’ya doğru ilerledi. Simsiyah gözleri, Nish’in hiçliği kadar yalnız hissettiriyordu. Eta da aynı şekilde yalnız hissediyordu. Tehlike içindeyken mücadele etmek yerine, zihnini düşünceler sardı. Kendisini yaklaşan yaratığa bakarken buldu ve yeniden ilerlemeyi denedi. Fakat direği bırakır bırakmaz birkaç adım attıktan sonra, yaratığın pençesi karnına saplandı ve Eta yere yığıldı. Bedeni hala ilerlemek istiyordu, eli havada sürünmeye çalışmak için ileri uzandı. Ama artık gücü kalmamıştı, bedeni sınırındaydı. Umutsuzca uzaklara gidebilmek için eli havada fısıldadı, “O`baoth…” dedi ve etrafını karanlık kapladı. Bu karanlık, gördüğü her şeyden daha korkutucuydu. Sanki bu karanlık tarafından özümsenip yutuluyordu bedeni.
O sırada O`baoth, çatlakları kontrol altına almaya çalışıyordu. Fakat yarattığı bu yapay evrenin temel gücü zarar gördüğünden, yaratıkların evreni yok etmesine izin vermekten başka çare bulamadı. İzini kaybettirerek yaratıkların peşine takılmasını önledi ve yeniden insani formuna dönerek, bütün hızıyla Eta’yı aramaya koyuldu. Ama geç kalmıştı; Eta’nın bedeni başında birkaç yaratık toplanmıştı bile. Tüm gücüyle ileri atıldı. Etrafındaki maddesellik birkaç saniyeliğine yok olurken, alanda bir canlının varlığını hissetti. Şimdilik bunu görmezden geldi ve Eta’nın yanında belirdi. Belirmesiyle ortaya çıkan kuvvetli rüzgar, yaratıkları geriye savurdu. Rüzgarın etkisiyle yaratıkların bedenleri kuruyup buruşmaya başladı ve birkaç saniye içinde yaşlanıp toza dönüştüler. Tozlar rüzgarla süpürülürken, O`baoth Eta’nın yanına diz çöktü. Göğsündeki ağır yarayı görünce dişlerini sıktı ve elini yaranın üzerinde gezdirdi. Bu hareketle birlikte, yaradan akan kan durdu ve yaranın etrafı mavimsi bir işaretle sarıldı. Şimdilik yarasının kanamasını durdurarak Eta’nın hayati riskini geçici olarak önlemişti, fakat zihni tamamen Eta’ya odaklanmıştı. Elleriyle çocuğun diğer yaralarına dokunarak, aynı mavimsi işaretle onların da kanamasını durdurdu.
Eta gözlerini araladığında, karşısında devasa bir varlık hissetti. Fakat bu varlığı göremiyordu; ne fiziksel bir şekli ne de algılanabilir bir sureti vardı. Orada olduğunu biliyordu, fakat karşısında durmasına rağmen neye benzediğini çıkaramıyordu. Etrafında sadece devasa bir boşluk vardı; canlının varlığı, fiziksel olarak algılamaktan öte, bir his gibi beynine nüfuz ediyordu. Onu görmeye çalıştıysa da, aslında çoktan görmüş ve fark etmemişti bile. Çünkü bu varlık devasa bir boşluktu; var olduğu boyutta bir şekli yoktu ve bu haliyle onu kavramak imkânsızdı. Canlıyı görme çabaları sonuçsuz kalınca, boşlukta ilerlemeye çalıştı. Etrafında hiçbir şey olmaması onu pek endişelendirmemişti, fakat aniden büyük bir kuvvetle geriye doğru fırlatılmayı hiç beklemiyordu. Sert bir biçimde yere düştüğünde, nihayet önündeki varlığın ne olduğunu anlamaya başladı. O her yerdeydi ve aynı anda hiçbir yerde. O her şeydi, ama bir yandan hiçbir şeydi. Az önce onu hissedemezken, şimdi varlığını her hücresinde hissedebiliyordu. Teninin, kaygan ve yumuşak bir balçık gibi olan bu varlığın tenine değdiğini duyumsadı ve bu his onu fazlasıyla rahatsız etti. Ayağa kalkmayı denedi, fakat o daha kalkamadan bu garip varlık onu yeniden yere itti. Canlının hareket ettiğini sezebiliyordu, ancak bu hareketi ne görebiliyor ne de hissedebiliyordu. Rahatsızlığını bastırmaya çalışarak, biraz da öfkeyle, “Neredeyim ben? Sen neyin nesisin?” diye sordu. Eta, anlayamadığı bir alemde, algılayamadığı bir varlıkla karşı karşıya kalmışken, O`baoth ise çoktan onu izleyen kişiyi fark etmişti. Eta’nın bedeninin yanında durmaya devam ederken, dikkatini kendisini izleyen kişiye çevirdi. İnsan formundayken hiç çıkarmadığı kanatlarını açarak hafifçe araladı; kanatlarındaki göz çukuru gibi delikler henüz kapalıydı. Kanatlarını açmasının nedeni, varlığının korkutucu görüntüsüyle tehdit oluşturmak ve bir şey olursa Eta’yı korumaktı. Karşısındaki kadını süzerken, görünümünü dikkatle inceledi. Mor teni, koyu saçları ve bedenindeki, Eta’nın daha önce sahip olduğu yaralara benzeyen izler, kadının varlığını bir hayli etkileyici kılıyordu. Ancak bunun ötesinde, buraya saldıran kişinin o olduğunu anlamıştı O`baoth. Dişleri arasından tıslayarak, uyarı dolu bir sesle, “Kimsin sen?!” dedi. Mor tenli kadının yüzünde hafif bir gülümseme belirdi ve tam o sırada Eta’nın anlayamadığı yaratık bir ses çıkarmaya başladı. Ne var ki, ikisinin de fark etmediği bir şey vardı; O`baoth’un yarattığı bu evren daha fazla dayanamayacaktı. Yırtıklar genişliyor, evren bütünlüğünü hızla kaybediyordu.
Yorumlar