Gücüm yerine gelmiş ve toparlanmış olarak uyandığımda öğleden sonranın ileri saatleriydi. Sherlock Holmes onu yalnız bıraktığımdan beri oturduğu yerden kımıldamamıştı, ne var ki kemanını bir yana bırakmış ve bir kitabın sayfalarına dalmıştı. Kıpırdadığımı işitince bana baktı ve yüzünde karanlık ve endişeli bir ifade fark ettim.
“Mışıl mışıl uyudunuz,” dedi. “Konuşmalarımızın sizi uyandırmasından korkmuştum.”
“Hiçbir şey işitmedim,” diye cevap verdim. “Anlaşılan yeni haberleriniz var, öyle mi?”
“Ne yazık ki yok. Şaşırdığımı ve düş kırıklığına uğradığımı itiraf ediyorum. Bu zamana kadar kesin bir bilgi almayı umuyordum. Demin Wiggins uğrayıp bilgi verdi. Teknenin izine bile rastlamadıklarını söylüyor. Bu durum sinir bozucu, çünkü her geçen saat önemli.”
“Benim yapabileceğim bir şey var mı? Şu anda kendimi capcanlı hissediyorum, bir gece macerası daha yaşamaya hazırım.”
“Hayır, yapabileceğimiz hiçbir şey yok. Ancak bekleyebiliriz. Oraya gitmeye kalkarsak, biz yokken mesaj gelebilir ve gecikmemize yol açar. Siz istediğinizi yapın, ben buradan ayrılamam.”
“O zaman Camberwell’e gidip Bayan Cecil Forrester’ı ziyaret edeyim. Dün beni davet etmişti.”
“Bayan Cecil Forrester’ı mı?” diye sordu Holmes, gözlerinde bir gülümseme yanıp söndü.
“Ve tabii ki Bayan Morstan’ı da. Olup bitenleri merak ediyorlardı.” “Yerinizde olsam, fazla bir şey anlatmazdım onlara,” dedi Holmes.
“Kadınlara pek güven olmaz… en iyilerine bile.”
Bu haksız düşünceyi tartışmadım.
“Bir iki saate kadar dönerim,” dedim.
“Pekala! İyi şanslar! Ama madem ırmağın karşı yakasına geçeceksiniz, Toby’yi de sahibine geri götürseniz iyi olur, artık bir işimize yarayabileceğini hiç sanmıyorum.”Bunun üzerine köpeğimizi yanıma alıp yarım altınla birlikte Pinchin Sokağı’ndaki yaşlı hayvansevere teslim ettim. Camberwell’de Bayan Morstan’ı geceki maceradan dolayı biraz yorgun, ama havadisleri öğrenmek için can atar buldum. Bayan Forrester da merak içindeydi. Onlara neler yaptığımızı anlattım, ama facianın korkunç yanlarını atladım. Böylece Bay Sholto’nun ölümünden söz ettiysem de öldürülme tarzından ve yönteminden hiç söz etmedim. Verdiğim eksik bilgi bile onları şaşırtıp ürkütmeye yetti.
“Bu bir roman gibi!” diye haykırdı Bayan Forrester. “Haksızlığa uğrayan bir hanımefendi, yarım milyonluk bir hazine, kara derili bir yamyam, bir de takma bacaklı bir kabadayı. Masallardaki ejderhanın ya da kötü kalpli kontun yerini bunlar almış gibi.”
“Ve imdadımıza yetişen de iki şövalye var,” diye ekledi Bayan Morstan gözlerinde bir pırıltıyla bana bakarak.
“Ama Mary, bir servet sahibi olman bu araştırmanın sonucuna bağlı. Bence yeterince heyecan içinde değilsin. Bu kadar zengin olup dünyanın ayaklarının dibine serilmesinin nasıl bir duygu olduğunu bir düşün.”
Bu olasılığın onda hiçbir coşku belirtisi yaratmadığını görmek beni sevindirdi. Tersine, sanki bu konuyla pek ilgilenmiyormuşçasına gururlu bir edayla başını çevirdi.
“Ben Bay Thaddeus Sholto için endişeleniyorum,” dedi. “Başka hiçbir şeyin önemi yok; bence başından sonuna kadar son derece kibar ve onurlu bir davranış gösterdi. Onu bu korkunç ve asılsız suçlamadan aklamak bize düşüyor.”
Camberwel’den ayrıldığımda akşam olmuştu ve eve vardığımda da çoktan karanlık bastırmıştı. Dostumun kitabıyla piposu koltuğunun yanında duruyordu, kendisi ortadan kaybolmuştu. Bana bir not bırakmış mıdır diye etrafa bakındım, ama bırakmamıştı.
“Galiba Bay Sherlock Holmes dışarıya çıkmış,” dedim storları kapatmak için içeriye giren Bayan Hudson’a.
“Hayır efendim. Odasına çekildi efendim. Biliyor musunuz efendim,” derken sesi anlamlı bir fısıltıya dönüştü, “sağlığından endişeleniyorum.”“Neden Bayan Hudson?”
“Şey, biraz tuhaf davranıyor efendim. Siz gittikten sonra odayı arşınlayıp durdu, sonunda onun ayak seslerini işitmekten bıkıp usandım. Derken kendi kendine konuşup mırıldandığını duydum ve zilin her çalışında merdivenlerin başına çıkıp, ‘Ne var, Bayan Hudson?’ diye soruyordu. Şimdi de odasına kapandı, ama odada yürümeyi sürdürdüğünü işitiyorum. Dilerim hastalanmaz efendim. Kendisine yatıştırıcı ilaçlardan söz edecek oldum, ama bana dönüp öyle bir baktı ki, kendimi dışarıya zor attım.”
“Huzursuzlanmanız için bir neden olduğunu sanmıyorum Bayan Hudson,” diye cevap verdim. “Onu daha önce de bu halde gördüm. Kendisini tedirgin eden küçük bir mesele var kafasında.”
Nazik ev sahibemizle durumu hafife alarak konuşmaya çalışmıştım, ama gece boyunca ara sıra onun ayak seslerinin sürdüğünü işitince ben de endişelendim ve dostumun sabırsız karakteri dolayısıyla, istemediği bu eylemsiz durum karşısında sinirlerinin bozulduğunu anladım.
Kahvaltıda yorgun ve bitkin görünüyordu, her iki yanağı da biraz kızarmıştı.
“Kendinizi harap ediyorsunuz azizim,” dedim. “Bütün gece ayak seslerinizi duydum.”
“Uyuyamadım,” diye cevap verdi. “Bu habis mesele beni yiyip bitiriyor. Başka her güçlüğü aştıktan sonra böylesine ufak tefek bir engele takılmaya dayanamıyorum. Adamları da, tekneyi de biliyorum, Gel gelelim hiç haber alamıyorum. Başkalarını görevlendirdim, elimdeki her olanağı kullandım. Irmak her iki yakadan da araştırıldı, ama hiç haber yok, kaldı ki Bayan Smith de kocasından haber alamamış. Tekneyi kaçırdıkları sonucuna varacağım. Ama bu da olamaz.”
“Ya da Bayan Smith’in bizi yanlış yönlendirdiği sonucuna.”
“Hayır. Sanırım bu olasılığı geçebiliriz. Soruşturdum, bu tanıma uygun bir tekne varmış.”
“Irmağın yukarı yönünde yol almış olabilir mi?”“O olasılığı da düşündüm. Bir ekip de Richmond’a kadar arama yapıyor. Ola ki bugün bir haber alamazsak, yarın kendim yola koyulup tekneyi değil de adamları arayacağım. Ama mutlaka, mutlaka bir haber alacağız.”
Oysa haber alamadık. Ne Wiggins’ten, ne de öbür ekipten ses çıktı. Gazetelerin çoğunda Norwood faciasıyla ilgili yazılar vardı. Hepsi de talihsiz Thaddeus Sholto’ya karşı oldukça düşmanca bir tutum gösteriyordu. Öte yandan hiçbirinde ertesi gün adli soruşturmanın başlayacağı dışında yeni ayrıntı yoktu. Akşam olunca hanımlara başarısızlığımızı haber vermek üzere Camberwell’e yürüdüm, döndüğümde de Holmes’u keyifsiz bir halde somurtur buldum. Sorularımı cevapsız bıraktı, akşam boyunca imbiklerin ısıtılması ve buharların damıtılmasını gerektiren çapraşık bir kimyasal deneyle uğraştı, sonunda öyle bir koku oluştu ki, neredeyse evden çıkıp gidecektim. Sabahın ilk saatlerine kadar test tüplerinin şıngırtısını duyduğum için bu kötü kokulu deneyi sürdürdüğünü anladım.
Gün ağarırken irkilerek uyanınca, onu yatağımın yanında, üzerinde bir gemici ceketi, boynunda da kaba bir kırmızı fularla görünce şaşırdım.
“Ben ırmak kıyısına gidiyorum Watson,” dedi. “Düşünüp taşındım ve bir tek çözüm yolu görebiliyorum. Ne pahasına olursa olsun, bunu denemeye değer.”
“Şu halde, ben de sizinle geleyim mi?”
“Hayır, temsilcim olarak burada kalarak bana çok daha faydalı olursunuz. Gitmek içimden gelmiyor, zira gün içinde bir mesaj gelmesi olası; hoş Wiggins dün gece bu konuda umutsuzdu ama. Gelen mektup ve telgrafların hepsini açmanızı, bir haber çıkarsa kendi başınıza karar verip hareket etmenizi istiyorum. Size güvenebilir miyim?”
“Kesinlikle.”
“Korkarım bana telgraf çekemeyeceksiniz, çünkü nerede olacağımı henüz ben de bilmiyorum. Yine de talihim yaver giderse, dönmem uzun sürmez. Dönerken şu ya da bu türlü bir haber almış olacağım.”
Kahvaltı saatine kadar ondan haber almadım. Ama Standard’ı açtığımda, meseleyle ilgili yeni bir havadis buldum.
Yukarı Norwood faciasıyla ilgili olarak [diye yazıyordu], meselenin başlangıçta sanıldığından daha da karmaşık ve gizemli bir görünüme bürüneceğine inanmamız için yeterli nedenler var. Yeni kanıtlar Bay Thaddeus Sholto’nun bu meseleyle ilgisinin bulunmasını olanaksız kılıyor. Bay Sholto ile kâhya Bayan Bernstone dün akşam serbest bırakıldılar. Öteyandan polisin gerçek suçlularla ilgili bir ipucu elde ettiğine inanılıyor, soruşturmayı enerjisi ve sağgörüsüyle ünlü Scotland Yard dedektiflerinden Bay Athelney Jones yürütüyor. Her an yeni tutuklamalar beklenmektedir. “Haber bu kadarıyla memnun edici,” diye düşündüm. “Dostumuz Sholto
güvende hiç değilse. Gerçi her ne zaman polisler faka bassa kullanılan kalıplaşmış bir ifade bu, ama acaba yeni ipucu nedir diye merak ediyorum.”
Gazeteyi masaya bıraktım, ama o anda ilan sütununda çıkmış bir ilan çarptı gözüme. İlan şöyleydi:
KAYIP — Tekne sahibi Mordecai Smith ve oğlu Jim geçen salı sabahı saat üçe doğru, iki kırmızı çizgili siyah bir gövdesi, beyaz çizgili siyah bacası olan Aurora adlı buharlı tekneyle Smith İskelesi’nden hareket etmiştir. Adı geçen Mordecai Smith ve Aurora adlı teknenin nerede olduğuna ilişkin Smith İskelesi’nde Bayan Smith’e ya da Baker Sokağı No. 221B’ye bilgi verebilecek olanlara beş sterlin ödenecektir.
Bu ilanı Holmes’un verdiği belliydi. Baker Sokağı adresi bunu kanıtlamaya yeterdi. Bana kurnazca göründü, çünkü kaçaklar bunu okuyunca eşi kaybolan bir kadının doğal kaygısından öte bir şey sezmeyeceklerdi.
Uzun bir gün oldu. Ne zaman kapı vurulsa, ya da sokaktan hızlı adım sesleri işitilse ya Holmes’un döndüğünü ya da birisinin ilana cevap vermeye geldiğini sanıyordum. Kitap okumaya çalıştım, ama düşüncelerim tuhaf araştırmamıza ve peşinde olduğumuz iki tuhaf alçağa kayıyordu. Dostumun akıl yürütmesinde köklü bir yanlışlık olabilir miydi acaba? Büyük bir yanılgıya düşmüş olabilir miydi? Uyanık ve önsezili zekâsıyla bu çılgın kuramı yanlış öncüllere dayandırmış olabilir miydi? Onun yanıldığını hiç görmemiştim, yine de en mantıklı düşünenlerin bile arada bir yanıldıkları oluyordu. İnceden inceye akıl yürütmesinin… elinin altında daha yalın, daha sıradan bir açıklama dururken, karmaşık ve tuhaf olanı yeğlemesinin onu yanılgıya düşürebileceğini düşündüm. Öte yandan, kanıtları kendi gözlerimle görmüş, sonuçlara hangi nedenlerden dolayı vardığını dinlemiştim. Çoğu başlı başına önemsiz görünen, ama hepsi de aynı yöne işaret eden tuhaf olaylardan oluşan zincirini gözden geçirdiğimde, Holmes’un açıklaması yanlış olsa bile, doğru olan kuramın aynı derecede sıra dışı ve şaşırtıcı olması gerektiği olgusunu göz ardı edemiyordum.
Saat üçte kapının zili uzun uzun çalındı, sahanlıkta otoriter bir ses duyuldu ve karşılaştığım kişinin Bay Athelney Jones’tan başkası olmadığını görünce şaşırdım. Oysa Yukarı Norwood’da büyük bir kendine güvenle vakayı üstlenen sert tavırlı ve dediği dedik sağduyu profesöründen farklı bir görünümdeydi. Yüzünde üzgün bir ifade vardı, yumuşak başlı, hatta özür diler gibi bir tavır içindeydi.
“İyi günler efendim, iyi günler,” dedi. “Bay Sherlock Holmes evde yok anlaşılan.”
“Hayır, yok, ne zaman döneceğini de bilmiyorum. Ama belki onu beklemek istersiniz. Şu koltuğa buyrun ve şu puroları bir deneyin.”“Teşekkür ederim, öyle yapayım bari,” dedi kırmızı bir mendille yüzünü silerek.
“Bir viski soda alır mıydınız?”
“Eh, yarım kadeh kadar. Hava mevsime göre çok sıcak ve beni endişelendirip yoran bir sürü şey oldu. Şu Norwood vakasıyla ilgili kuramımı biliyor musunuz?”
“Bir kuram ileri sürdüğünüzü hatırlıyorum.”
“Ama onu yeniden gözden geçirmek zorunda kaldım. Bay Sholto’yu kıskıvrak ağma düşürmüştüm efendim, derken bir delik bulup paçayı kurtardı. Olay sırasında nerede olduğunu su götürmez bir biçimde kanıtladı. Kardeşinin odasından dışarı adımını attığı andan başlayarak hep birileriyle birlikteymiş. Bu yüzden çatılardan tırmanıp gizli kapılardan geçen o olamazdı. Bu çok karanlık bir vaka ve benim de mesleki itibarım tehlikede. Biraz yardım etseniz minnettar olurum.”
“Zaman zaman hepimiz yardıma gerek duyarız,” dedim.
“Arkadaşınız Bay Sherlock Holmes, harika bir insan efendim,” dedi boğuk ve sır verir gibi bir sesle. “Kimse onu yenemez. Onun pek çok vakayı incelediğini bilirim, ama şimdiye kadar aydınlatmadığı bir vaka hiç görmedim. Sıra dışı yöntemler kullanır ve kuramlar geliştirmekte belki biraz aceleci davranır, ama bence geleceği parlak bir polis görevlisi olabilirdi, kimseden saklayacak değilim bunu. Bu sabah kendisinden bir telgraf aldım, galiba şu Sholto meselesiyle ilgili bir ipucu bulmuş. İşte telgraf burada.”
Telgrafı cebinden çıkarıp bana uzattı. Saat on ikide Poplar’dan çekilmişti. Derhal Baker Sokağı’na gidin [diyordu]. Eğer dönmemişsem, beni
bekleyin. Sholto’yu öldüren çeteye çok yaklaştım. Sonucu görmek istiyorsanız, bu gece bizimle birlikte gelebilirsiniz.
“Haberler iyi. Belli ki yeniden doğru izi bulmuş,” dedim.
“Ah, demek o da yanlış izin peşindeymiş,” diye haykırdı Jones, memnun olduğu belli oluyordu. “En iyilerimiz bile bazen yanılabiliyor. Bu da fosçıkabilir tabii, ama bir yasa görevlisi olarak hiçbir fırsatı kaçırmamalıyım. Kapıda birisi var. Belki de o gelmiştir.”
Zorlandığı için soluk soluğa kalmışçasına hırıltılar çıkaran birisinin güçlü adımlarla merdivenlerden çıktığını duyduk. Sanki daha fazla tırmanamayacakmış gibi bir iki kez durdu, ama sonunda kapıya ulaştı ve içeri girdi. Görünüşü kulağımıza gelen seslerle uyumluydu. Yaşlı, gemici kıyafetli bir adamdı, ceketinin düğmelerini boğazına kadar iliklemişti. Sırtı kamburlaşmıştı, dizleri titriyordu ve soluk alırken hırıltılar çıkarıyordu. Kalın bir meşe bastona dayanıp dururken soluğunu ciğerlerine çekmek için omuzlarını kaldırıyordu. Boynuna doladığı fular çenesini örttüğünden, zeki bakışlı bir çift koyu renk göz ve ağarmış, çalı gibi gür kaşlarıyla ak düşmüş favorileri dışında yüzü pek görünmüyordu. Bende yaşlanmış ve yoksul düşmüş saygıdeğer bir kıdemli denizci izlenimi yarattı.
“Ne istiyordunuz bayım?” diye sordum.
Yaşlılara özgü yavaş ve dikkatli bir edayla çevresine bakındı.
“Bay Sherlock Holmes burada mı?” dedi.
“Hayır, ama ben onu temsil ediyorum. Kendisine bir mesajınız varsa, bana söyleyebilirsiniz.”
“Kendisine söylemem gerekiyor,” dedi.
“Ama onu temsil ettiğimi söyledim size. Mordecai Smith’in teknesiyle mi ilgili?”
“Evet. Nerede olduğunu biliyorum. Bay Holmes’un peşinde olduğu adamların yerini de biliyorum. Hazinenin yerini de biliyorum. Her şeyi biliyorum.”
“O zaman bana söyleyin, ben kendisine iletirim.”
“Kendisine söylemem gerekiyordu,” diye tekrarladı çok yaşlı birisine özgü huysuz bir inatçılıkla.
“Eh, o zaman onu beklemek zorundasınız.”
“Hayır, hayır; kimsenin keyfini bekleyerek bütün bir gün kaybedemem. Madem Bay Holmes burada yok, o zaman her şeyi Bay Holmes kendibaşına bulsun. İkinizin de tipinizi beğenmedim, tek kelime bile söylemem.” Ayaklarını sürüyerek kapıya yöneldi, ama Athelney Jones önünü kesti. “Bekle biraz dostum,” dedi. “Önemli bilgilere sahipsin, bir yere
gidemezsin. Hoşuna gitsin gitmesin, arkadaşımız dönünceye kadar seni burada tutacağız.”
Yaşlı adam kapıya doğru seğirtir gibi oldu, ama Athelney Jones iri cüssesiyle kapının önünde durunca, adam direnmenin bir yararı olmayacağını anladı.
“Bu ne biçim muamele!” diye bağırdı bastonunu yere vurarak. “Buraya bir beyefendiyi görmeye geliyorum ve sizler, hayatımda ilk kez gördüğüm sizler, beni engelleyip böyle davranıyorsunuz!”
“Hiçbir zarara uğramayacaksınız,” dedim. “Zaman kaybınızı telafi ederiz. Şu kanepeye oturun, fazla beklemezsiniz.”
Asık bir suratla geçip oturdu ve başını ellerine dayadı. Jones ile yeniden purolarımızı tüttürüp sohbetimizi sürdürdük. Derken Holmes’un sesini duyduk.
“Herhalde bana da bir puro ikram edersiniz,” dedi.
İkimiz de oturduğumuz yerde irkildik. Yüzünde çok eğlendiğini gösteren bir ifadeyle karşımızda oturuyordu.
“Holmes!” diye haykırdım. “Demek buradasınız! Ama yaşlı adam nerede?”
“İşte yaşlı adam burada,” dedi elinde tuttuğu bir tutam beyaz saçı bize göstererek. “İşte burada… şu perukta, favorilerde, kaşlarda, falan filan. Kılık değiştirmede başarılı olduğumu bilmesine biliyordum da, sizin karşınızda sınavdan geçebileceğimi hiç ummuyordum.”
“Ah, sizi düzenbaz sizi!” dedi Jones, neşesi yerindeydi. “Oyuncu olabilirsiniz, hem de en iyisinden. Bir işçi gibi öksürüyordunuz, dizlerinizin titremesi ise haftada on sterlin ederdi. Hoş gözlerinizdeki parıltıyı tanıdım ama. Bizi kandırmanız o kadar da kolay olmadı, görüyorsunuz ya.”
“Bütün gün bu kıyafette dolaştım,” dedi Holmes purosunu yakarken. “Biliyorsunuz ya, bir sürü suçlu beni tanımaya başladı… hele buradaki dostumuz bazı vakalarımı yayınlayalı beri. Bu yüzden ancak böyle kılık değiştirerek savaş alanlarına çıkabiliyorum. Telgrafımı aldınız mı?”
“Evet, bunun için geldim buraya.” “Sizin soruşturmanız nasıl gidiyor?”“Hiçbir yere varamadım. İki tutuklumu salıvermek zorunda kaldım, öbür ikisi için de hiçbir kanıt yok.”
“Önemi yok. Onların yerine size başka iki kişi vereceğiz. Ama benim emirlerim altında çalışmanız gerekiyor. Vakanın çözülmesinin tüm itibarı sizin olsun, ama benim belirleyeceğim biçimde hareket etmelisiniz. Razı mısınız?”
“Kesinlikle, eğer bu adamları bulmama yardım edecekseniz.”
“Tamam, o zaman, öncelikle hızlı bir polis teknesi istiyorum –bir buharlı tekne– saat yedide Westminster Stairs’de olmalı.”
“Bunu halletmesi kolay. Orada her zaman böyle bir tekne olur, yine de işi sağlama almak için karşı kaldırıma geçip oradan telefon edebilirim.”
“Bir de, karşı koyarlarsa diye, güvenilir iki adam istiyorum.”
“Teknede iki üç görevli olacak. Başka?”
“Adamları yakalar yakalamaz hazineyi de bulacağız. Hazinenin yarısının sahibi olan genç hanıma sandığı götürmek sanırım dostum için büyük bir zevk olacaktır. Sandığı ilk o açmalı. Olur mu Watson?”
“Memnuniyetle.”
“Biraz kuraldışı bir uygulama bu,” dedi Jones başını iki yana sallayarak. “Ama zaten her şey kuraldışı ve sanırım buna göz yummalıyız. Hazine daha sonra resmi soruşturma sona erinceye kadar yetkililere teslim edilmeli.”
“Elbette. Orası kolay. Bir şey daha var. Bu meseleyle ilgili birkaç ayrıntıyı Jonathan Small’un ağzından duymak isterim. Bilirsiniz ya, ele aldığım vakaların ayrıntılarını incelemek hoşuma gider. Kendisiyle polis gözetimi altında evimde ya da başka bir yerde resmi olmayan bir görüşme yapmama bir itirazınız olmaz, değil mi?”
“Eh, yöntemleri belirleyen sizsiniz. Jonathan Small diye birisinin varlığı konusunda henüz elime hiçbir kanıt geçmedi. Ama madem onu yakalayacaksınız, kendisiyle görüşme yapmanızı niye reddedeyim.”
“O zaman anlaştık mı?”
“Tamamen. Başka bir şey var mı?”
“Yalnızca bizimle birlikte akşam yemeği yemeniz için ısrar edeceğim. Yarım saat içinde hazır olur. İstiridye, biraz yabantavuğu ve özel bir beyaz şarabımız var… Watson, benim ne kadar iyi bir aşçı olduğumu henüz bilmiyorsunuz.”
Yorumlar