9. Zincirin Eksik Halkası

31 0 10 Eylül 2024

Gücüm  yerine  gelmiş  ve  toparlanmış  olarak  uyandığımda  öğleden sonranın ileri saatleriydi. Sherlock Holmes onu yalnız bıraktığımdan beri oturduğu yerden kımıldamamıştı, ne var  ki  kemanını  bir  yana  bırakmış  ve  bir  kitabın  sayfalarına  dalmıştı. Kıpırdadığımı işitince bana baktı ve yüzünde karanlık ve endişeli bir ifade fark ettim. 

“Mışıl mışıl uyudunuz,” dedi. “Konuşmalarımızın sizi uyandırmasından korkmuştum.” 

“Hiçbir şey işitmedim,” diye cevap verdim. “Anlaşılan yeni haberleriniz var, öyle mi?” 

“Ne  yazık  ki  yok.  Şaşırdığımı  ve  düş  kırıklığına  uğradığımı  itiraf ediyorum. Bu zamana kadar kesin bir bilgi almayı umuyordum. Demin Wiggins uğrayıp bilgi verdi. Teknenin izine bile rastlamadıklarını söylüyor. Bu durum sinir bozucu, çünkü her geçen saat önemli.” 

“Benim  yapabileceğim  bir  şey  var  mı?  Şu  anda  kendimi  capcanlı hissediyorum, bir gece macerası daha yaşamaya hazırım.” 

“Hayır,  yapabileceğimiz  hiçbir  şey  yok.  Ancak  bekleyebiliriz.  Oraya gitmeye kalkarsak, biz yokken mesaj gelebilir ve gecikmemize yol açar. Siz istediğinizi yapın, ben buradan ayrılamam.” 

“O zaman Camberwell’e gidip Bayan Cecil Forrester’ı ziyaret edeyim. Dün beni davet etmişti.” 

“Bayan  Cecil  Forrester’ı  mı?”  diye  sordu  Holmes,  gözlerinde  bir gülümseme yanıp söndü. 

“Ve tabii ki Bayan Morstan’ı da. Olup bitenleri merak ediyorlardı.” “Yerinizde  olsam,  fazla  bir  şey  anlatmazdım  onlara,”  dedi  Holmes. 

“Kadınlara pek güven olmaz… en iyilerine bile.” 

Bu haksız düşünceyi tartışmadım. 

“Bir iki saate kadar dönerim,” dedim. 

“Pekala! İyi şanslar! Ama madem ırmağın karşı yakasına geçeceksiniz, Toby’yi   de   sahibine   geri   götürseniz   iyi   olur,   artık   bir   işimize yarayabileceğini hiç sanmıyorum.”Bunun  üzerine  köpeğimizi  yanıma  alıp  yarım  altınla  birlikte  Pinchin Sokağı’ndaki  yaşlı  hayvansevere  teslim  ettim.  Camberwell’de  Bayan Morstan’ı geceki maceradan dolayı biraz yorgun, ama havadisleri öğrenmek için can atar buldum. Bayan Forrester da merak içindeydi. Onlara neler yaptığımızı anlattım, ama facianın korkunç yanlarını atladım. Böylece Bay Sholto’nun    ölümünden    söz    ettiysem    de    öldürülme    tarzından    ve yönteminden  hiç  söz  etmedim.  Verdiğim  eksik  bilgi  bile  onları  şaşırtıp ürkütmeye yetti. 

“Bu bir roman gibi!” diye haykırdı Bayan Forrester. “Haksızlığa uğrayan bir hanımefendi, yarım milyonluk bir hazine, kara derili bir yamyam, bir de takma  bacaklı  bir  kabadayı.  Masallardaki  ejderhanın  ya  da  kötü  kalpli kontun yerini bunlar almış gibi.” 

“Ve imdadımıza yetişen de iki şövalye var,” diye ekledi Bayan Morstan gözlerinde bir pırıltıyla bana bakarak. 

“Ama  Mary,  bir  servet  sahibi  olman  bu  araştırmanın  sonucuna  bağlı. Bence yeterince heyecan içinde değilsin. Bu kadar zengin olup dünyanın ayaklarının dibine serilmesinin nasıl bir duygu olduğunu bir düşün.” 

Bu  olasılığın  onda  hiçbir  coşku  belirtisi  yaratmadığını  görmek  beni sevindirdi. Tersine, sanki bu konuyla pek ilgilenmiyormuşçasına gururlu bir edayla başını çevirdi. 

“Ben Bay Thaddeus Sholto için endişeleniyorum,” dedi. “Başka hiçbir şeyin önemi yok; bence başından sonuna kadar son derece kibar ve onurlu bir davranış gösterdi. Onu bu korkunç ve asılsız suçlamadan aklamak bize düşüyor.” 

Camberwel’den ayrıldığımda akşam olmuştu ve eve vardığımda da çoktan karanlık   bastırmıştı.   Dostumun   kitabıyla   piposu   koltuğunun   yanında duruyordu, kendisi ortadan kaybolmuştu. Bana bir not bırakmış mıdır diye etrafa bakındım, ama bırakmamıştı. 

“Galiba Bay Sherlock Holmes dışarıya çıkmış,” dedim storları kapatmak için içeriye giren Bayan Hudson’a. 

“Hayır  efendim.  Odasına  çekildi  efendim.  Biliyor  musunuz  efendim,” derken sesi anlamlı bir fısıltıya dönüştü, “sağlığından endişeleniyorum.”“Neden Bayan Hudson?” 

“Şey, biraz tuhaf davranıyor efendim. Siz gittikten sonra odayı arşınlayıp durdu, sonunda onun ayak seslerini işitmekten bıkıp usandım. Derken kendi kendine    konuşup    mırıldandığını    duydum    ve    zilin    her    çalışında merdivenlerin başına çıkıp, ‘Ne var, Bayan Hudson?’ diye soruyordu. Şimdi de odasına kapandı, ama odada yürümeyi sürdürdüğünü işitiyorum. Dilerim hastalanmaz efendim. Kendisine yatıştırıcı ilaçlardan söz edecek oldum, ama bana dönüp öyle bir baktı ki, kendimi dışarıya zor attım.” 

“Huzursuzlanmanız   için   bir   neden   olduğunu   sanmıyorum   Bayan Hudson,”  diye  cevap  verdim.  “Onu  daha  önce  de  bu  halde  gördüm. Kendisini tedirgin eden küçük bir mesele var kafasında.” 

Nazik ev sahibemizle durumu hafife alarak konuşmaya çalışmıştım, ama gece  boyunca  ara  sıra  onun  ayak  seslerinin  sürdüğünü  işitince  ben  de endişelendim  ve  dostumun  sabırsız  karakteri  dolayısıyla,  istemediği  bu eylemsiz durum karşısında sinirlerinin bozulduğunu anladım. 

Kahvaltıda  yorgun  ve  bitkin  görünüyordu,  her  iki  yanağı  da  biraz kızarmıştı. 

“Kendinizi   harap   ediyorsunuz   azizim,”   dedim.   “Bütün   gece   ayak seslerinizi duydum.” 

“Uyuyamadım,” diye cevap verdi. “Bu habis mesele beni yiyip bitiriyor. Başka her güçlüğü aştıktan sonra böylesine ufak tefek bir engele takılmaya dayanamıyorum. Adamları da, tekneyi de biliyorum, Gel gelelim hiç haber alamıyorum. Başkalarını görevlendirdim, elimdeki her olanağı kullandım. Irmak her iki yakadan da araştırıldı, ama hiç haber yok, kaldı ki Bayan Smith  de  kocasından  haber  alamamış.  Tekneyi  kaçırdıkları  sonucuna varacağım. Ama bu da olamaz.” 

“Ya da Bayan Smith’in bizi yanlış yönlendirdiği sonucuna.” 

“Hayır. Sanırım bu olasılığı geçebiliriz. Soruşturdum, bu tanıma uygun bir tekne varmış.” 

“Irmağın yukarı yönünde yol almış olabilir mi?”“O olasılığı da düşündüm. Bir ekip de Richmond’a kadar arama yapıyor. Ola ki bugün bir haber alamazsak, yarın kendim yola koyulup tekneyi değil de adamları arayacağım. Ama mutlaka, mutlaka bir haber alacağız.” 

Oysa  haber  alamadık.  Ne  Wiggins’ten,  ne  de  öbür  ekipten  ses  çıktı. Gazetelerin  çoğunda  Norwood  faciasıyla  ilgili  yazılar  vardı.  Hepsi  de talihsiz Thaddeus Sholto’ya  karşı  oldukça  düşmanca  bir  tutum  gösteriyordu.  Öte  yandan hiçbirinde ertesi gün adli soruşturmanın başlayacağı dışında yeni ayrıntı yoktu.  Akşam  olunca  hanımlara  başarısızlığımızı  haber  vermek  üzere Camberwell’e  yürüdüm,  döndüğümde  de  Holmes’u  keyifsiz  bir  halde somurtur buldum. Sorularımı cevapsız bıraktı, akşam boyunca imbiklerin ısıtılması  ve  buharların  damıtılmasını  gerektiren  çapraşık  bir  kimyasal deneyle uğraştı, sonunda öyle bir koku oluştu ki, neredeyse evden çıkıp gidecektim.  Sabahın  ilk  saatlerine  kadar  test  tüplerinin  şıngırtısını duyduğum için bu kötü kokulu deneyi sürdürdüğünü anladım. 

Gün ağarırken irkilerek uyanınca, onu yatağımın yanında, üzerinde bir gemici ceketi, boynunda da kaba bir kırmızı fularla görünce şaşırdım. 

“Ben ırmak kıyısına gidiyorum Watson,” dedi. “Düşünüp taşındım ve bir tek çözüm yolu görebiliyorum. Ne pahasına olursa olsun, bunu denemeye değer.” 

“Şu halde, ben de sizinle geleyim mi?” 

“Hayır, temsilcim olarak burada kalarak bana çok daha faydalı olursunuz. Gitmek içimden gelmiyor, zira gün içinde bir mesaj gelmesi olası; hoş Wiggins dün gece bu konuda umutsuzdu ama. Gelen mektup ve telgrafların hepsini  açmanızı,  bir  haber  çıkarsa  kendi  başınıza  karar  verip  hareket etmenizi istiyorum. Size güvenebilir miyim?” 

“Kesinlikle.” 

“Korkarım bana telgraf çekemeyeceksiniz, çünkü nerede olacağımı henüz ben de bilmiyorum. Yine de talihim yaver giderse, dönmem uzun sürmez. Dönerken şu ya da bu türlü bir haber almış olacağım.” 

Kahvaltı saatine kadar ondan haber almadım. Ama Standard’ı açtığımda, meseleyle ilgili yeni bir havadis buldum. 

Yukarı  Norwood  faciasıyla  ilgili  olarak  [diye  yazıyordu],  meselenin başlangıçta  sanıldığından  daha  da  karmaşık  ve  gizemli  bir  görünüme bürüneceğine  inanmamız  için  yeterli  nedenler  var.  Yeni  kanıtlar  Bay Thaddeus Sholto’nun bu meseleyle ilgisinin bulunmasını olanaksız kılıyor. Bay Sholto ile kâhya Bayan Bernstone dün akşam serbest bırakıldılar. Öteyandan polisin gerçek suçlularla ilgili bir ipucu elde ettiğine inanılıyor, soruşturmayı enerjisi ve sağgörüsüyle ünlü Scotland Yard dedektiflerinden Bay Athelney Jones yürütüyor. Her an yeni tutuklamalar beklenmektedir. “Haber bu kadarıyla memnun edici,” diye düşündüm. “Dostumuz Sholto 

güvende hiç değilse. Gerçi her ne zaman polisler faka bassa kullanılan kalıplaşmış bir ifade bu, ama acaba yeni ipucu nedir diye merak ediyorum.” 

Gazeteyi masaya bıraktım, ama o anda ilan sütununda çıkmış bir ilan çarptı gözüme. İlan şöyleydi: 

KAYIP — Tekne sahibi Mordecai Smith ve oğlu Jim geçen salı sabahı saat üçe doğru, iki kırmızı çizgili siyah bir gövdesi, beyaz çizgili siyah bacası  olan  Aurora  adlı  buharlı  tekneyle  Smith  İskelesi’nden  hareket etmiştir.  Adı  geçen  Mordecai  Smith  ve  Aurora  adlı  teknenin  nerede olduğuna ilişkin Smith İskelesi’nde Bayan Smith’e ya da Baker   Sokağı   No.   221B’ye   bilgi   verebilecek   olanlara   beş   sterlin ödenecektir. 

Bu   ilanı   Holmes’un   verdiği   belliydi.   Baker   Sokağı   adresi   bunu kanıtlamaya   yeterdi.   Bana   kurnazca   göründü,   çünkü   kaçaklar   bunu okuyunca   eşi   kaybolan   bir   kadının   doğal   kaygısından   öte   bir   şey sezmeyeceklerdi. 

Uzun bir gün oldu. Ne zaman kapı vurulsa, ya da sokaktan hızlı adım sesleri işitilse ya Holmes’un döndüğünü ya da birisinin ilana cevap vermeye geldiğini  sanıyordum.  Kitap  okumaya  çalıştım,  ama  düşüncelerim  tuhaf araştırmamıza ve peşinde olduğumuz iki tuhaf alçağa kayıyordu. Dostumun akıl  yürütmesinde  köklü  bir  yanlışlık  olabilir  miydi  acaba?  Büyük  bir yanılgıya düşmüş olabilir miydi? Uyanık ve önsezili zekâsıyla bu çılgın kuramı yanlış öncüllere dayandırmış olabilir miydi? Onun yanıldığını hiç görmemiştim, yine de en mantıklı düşünenlerin bile arada bir yanıldıkları oluyordu. İnceden inceye akıl yürütmesinin… elinin altında daha yalın, daha sıradan bir açıklama dururken, karmaşık ve tuhaf olanı yeğlemesinin onu yanılgıya   düşürebileceğini   düşündüm.   Öte   yandan,   kanıtları   kendi gözlerimle   görmüş,   sonuçlara   hangi   nedenlerden   dolayı   vardığını dinlemiştim. Çoğu başlı başına önemsiz görünen, ama hepsi de aynı yöne işaret   eden   tuhaf   olaylardan   oluşan   zincirini   gözden   geçirdiğimde, Holmes’un açıklaması yanlış olsa bile, doğru olan kuramın aynı derecede sıra dışı ve şaşırtıcı olması gerektiği olgusunu göz ardı edemiyordum. 

Saat  üçte  kapının  zili  uzun  uzun  çalındı,  sahanlıkta  otoriter  bir  ses duyuldu ve karşılaştığım kişinin Bay Athelney Jones’tan başkası olmadığını görünce şaşırdım. Oysa Yukarı Norwood’da büyük bir kendine güvenle vakayı üstlenen sert tavırlı ve dediği dedik sağduyu profesöründen farklı bir görünümdeydi. Yüzünde üzgün bir ifade vardı, yumuşak başlı, hatta özür diler gibi bir tavır içindeydi. 

“İyi günler efendim, iyi günler,” dedi. “Bay Sherlock Holmes evde yok anlaşılan.” 

“Hayır,  yok,  ne  zaman  döneceğini  de  bilmiyorum.  Ama  belki  onu beklemek istersiniz. Şu koltuğa buyrun ve şu puroları bir deneyin.”“Teşekkür ederim, öyle yapayım bari,” dedi kırmızı bir mendille yüzünü silerek. 

“Bir viski soda alır mıydınız?” 

“Eh,  yarım  kadeh  kadar.  Hava  mevsime  göre  çok  sıcak  ve  beni endişelendirip  yoran  bir  sürü  şey  oldu.  Şu  Norwood  vakasıyla  ilgili kuramımı biliyor musunuz?” 

“Bir kuram ileri sürdüğünüzü hatırlıyorum.” 

“Ama  onu  yeniden  gözden  geçirmek  zorunda  kaldım.  Bay  Sholto’yu kıskıvrak  ağma  düşürmüştüm  efendim,  derken  bir  delik  bulup  paçayı kurtardı. Olay sırasında nerede olduğunu su götürmez bir biçimde kanıtladı. Kardeşinin odasından dışarı adımını attığı andan başlayarak hep birileriyle birlikteymiş.  Bu  yüzden  çatılardan  tırmanıp  gizli  kapılardan  geçen  o olamazdı. Bu çok karanlık bir vaka ve benim de mesleki itibarım tehlikede. Biraz yardım etseniz minnettar olurum.” 

“Zaman zaman hepimiz yardıma gerek duyarız,” dedim. 

“Arkadaşınız  Bay  Sherlock  Holmes,  harika  bir  insan  efendim,”  dedi boğuk ve sır verir gibi bir sesle. “Kimse onu yenemez. Onun pek çok vakayı incelediğini bilirim, ama şimdiye kadar aydınlatmadığı bir vaka hiç görmedim.  Sıra  dışı  yöntemler  kullanır  ve  kuramlar  geliştirmekte  belki biraz  aceleci  davranır,  ama  bence  geleceği  parlak  bir  polis  görevlisi olabilirdi, kimseden saklayacak değilim bunu. Bu sabah kendisinden bir telgraf aldım, galiba şu Sholto meselesiyle ilgili bir ipucu bulmuş. İşte telgraf burada.” 

Telgrafı cebinden çıkarıp bana uzattı. Saat on ikide Poplar’dan çekilmişti. Derhal  Baker  Sokağı’na  gidin  [diyordu].  Eğer  dönmemişsem,  beni 

bekleyin.   Sholto’yu   öldüren   çeteye   çok   yaklaştım.   Sonucu   görmek istiyorsanız, bu gece bizimle birlikte gelebilirsiniz. 

“Haberler iyi. Belli ki yeniden doğru izi bulmuş,” dedim. 

“Ah, demek o da yanlış izin peşindeymiş,” diye haykırdı Jones, memnun olduğu belli oluyordu. “En iyilerimiz bile bazen yanılabiliyor. Bu da fosçıkabilir tabii, ama bir yasa görevlisi olarak hiçbir fırsatı kaçırmamalıyım. Kapıda birisi var. Belki de o gelmiştir.” 

Zorlandığı için soluk soluğa kalmışçasına hırıltılar çıkaran birisinin güçlü adımlarla     merdivenlerden     çıktığını     duyduk.     Sanki     daha     fazla tırmanamayacakmış gibi bir iki kez durdu, ama sonunda kapıya ulaştı ve içeri girdi. Görünüşü kulağımıza gelen seslerle uyumluydu. Yaşlı, gemici kıyafetli bir adamdı, ceketinin düğmelerini boğazına kadar iliklemişti. Sırtı kamburlaşmıştı,  dizleri  titriyordu  ve  soluk  alırken  hırıltılar  çıkarıyordu. Kalın bir meşe bastona dayanıp dururken soluğunu ciğerlerine çekmek için omuzlarını kaldırıyordu. Boynuna doladığı fular çenesini örttüğünden, zeki bakışlı bir çift koyu renk göz ve ağarmış, çalı gibi gür kaşlarıyla ak düşmüş favorileri  dışında  yüzü  pek  görünmüyordu.  Bende  yaşlanmış  ve  yoksul düşmüş saygıdeğer bir kıdemli denizci izlenimi yarattı. 

“Ne istiyordunuz bayım?” diye sordum. 

Yaşlılara özgü yavaş ve dikkatli bir edayla çevresine bakındı. 

“Bay Sherlock Holmes burada mı?” dedi. 

“Hayır, ama ben onu temsil ediyorum. Kendisine bir mesajınız varsa, bana söyleyebilirsiniz.” 

“Kendisine söylemem gerekiyor,” dedi. 

“Ama onu temsil ettiğimi söyledim size. Mordecai Smith’in teknesiyle mi ilgili?” 

“Evet.  Nerede  olduğunu  biliyorum.  Bay  Holmes’un  peşinde  olduğu adamların yerini de biliyorum. Hazinenin yerini de biliyorum. Her şeyi biliyorum.” 

“O zaman bana söyleyin, ben kendisine iletirim.” 

“Kendisine  söylemem  gerekiyordu,”  diye  tekrarladı  çok  yaşlı  birisine özgü huysuz bir inatçılıkla. 

“Eh, o zaman onu beklemek zorundasınız.” 

“Hayır, hayır; kimsenin keyfini bekleyerek bütün bir gün kaybedemem. Madem Bay Holmes burada yok, o zaman her şeyi Bay Holmes kendibaşına bulsun. İkinizin de tipinizi beğenmedim, tek kelime bile söylemem.” Ayaklarını sürüyerek kapıya yöneldi, ama Athelney Jones önünü kesti. “Bekle   biraz   dostum,”   dedi.   “Önemli   bilgilere   sahipsin,   bir   yere 

gidemezsin.  Hoşuna  gitsin  gitmesin,  arkadaşımız  dönünceye  kadar  seni burada tutacağız.” 

Yaşlı adam kapıya doğru seğirtir gibi oldu, ama Athelney Jones iri cüssesiyle kapının önünde durunca, adam direnmenin bir yararı olmayacağını anladı. 

“Bu ne biçim muamele!” diye bağırdı bastonunu yere vurarak. “Buraya bir beyefendiyi görmeye geliyorum ve sizler, hayatımda ilk kez gördüğüm sizler, beni engelleyip böyle davranıyorsunuz!” 

“Hiçbir zarara uğramayacaksınız,” dedim. “Zaman kaybınızı telafi ederiz. Şu kanepeye oturun, fazla beklemezsiniz.” 

Asık bir suratla geçip oturdu ve başını ellerine dayadı. Jones ile yeniden purolarımızı  tüttürüp  sohbetimizi  sürdürdük.  Derken  Holmes’un  sesini duyduk. 

“Herhalde bana da bir puro ikram edersiniz,” dedi. 

İkimiz de oturduğumuz yerde irkildik. Yüzünde çok eğlendiğini gösteren bir ifadeyle karşımızda oturuyordu. 

“Holmes!”  diye  haykırdım.  “Demek  buradasınız!  Ama  yaşlı  adam nerede?” 

“İşte yaşlı adam burada,” dedi elinde tuttuğu bir tutam beyaz saçı bize göstererek. “İşte burada… şu perukta, favorilerde, kaşlarda, falan filan. Kılık değiştirmede başarılı olduğumu bilmesine biliyordum da, sizin karşınızda sınavdan geçebileceğimi hiç ummuyordum.” 

“Ah,  sizi  düzenbaz  sizi!”  dedi  Jones,  neşesi  yerindeydi.  “Oyuncu olabilirsiniz, hem de en iyisinden. Bir işçi gibi öksürüyordunuz, dizlerinizin titremesi ise haftada on sterlin ederdi. Hoş gözlerinizdeki parıltıyı tanıdım ama. Bizi kandırmanız o kadar da kolay olmadı, görüyorsunuz ya.” 

“Bütün  gün  bu  kıyafette  dolaştım,”  dedi  Holmes  purosunu  yakarken. “Biliyorsunuz  ya,  bir  sürü  suçlu  beni  tanımaya  başladı…  hele  buradaki dostumuz bazı vakalarımı yayınlayalı beri. Bu yüzden ancak böyle kılık değiştirerek savaş alanlarına çıkabiliyorum. Telgrafımı aldınız mı?” 

“Evet, bunun için geldim buraya.” “Sizin soruşturmanız nasıl gidiyor?”“Hiçbir yere varamadım. İki tutuklumu salıvermek zorunda kaldım, öbür ikisi için de hiçbir kanıt yok.” 

“Önemi yok. Onların yerine size başka iki kişi vereceğiz. Ama benim emirlerim altında çalışmanız gerekiyor. Vakanın çözülmesinin tüm itibarı sizin olsun, ama benim belirleyeceğim biçimde hareket etmelisiniz. Razı mısınız?” 

“Kesinlikle, eğer bu adamları bulmama yardım edecekseniz.” 

“Tamam, o zaman, öncelikle hızlı bir polis teknesi istiyorum –bir buharlı tekne– saat yedide Westminster Stairs’de olmalı.” 

“Bunu halletmesi kolay. Orada her zaman böyle bir tekne olur, yine de işi sağlama almak için karşı kaldırıma geçip oradan telefon edebilirim.” 

“Bir de, karşı koyarlarsa diye, güvenilir iki adam istiyorum.” 

“Teknede iki üç görevli olacak. Başka?” 

“Adamları yakalar yakalamaz hazineyi de bulacağız. Hazinenin yarısının sahibi olan genç hanıma sandığı götürmek sanırım dostum için büyük bir zevk olacaktır. Sandığı ilk o açmalı. Olur mu Watson?” 

“Memnuniyetle.” 

“Biraz kuraldışı bir uygulama bu,” dedi Jones başını iki yana sallayarak. “Ama zaten her şey kuraldışı ve sanırım buna göz yummalıyız. Hazine daha sonra resmi soruşturma sona erinceye kadar yetkililere teslim edilmeli.” 

“Elbette. Orası kolay. Bir şey daha var. Bu meseleyle ilgili birkaç ayrıntıyı Jonathan  Small’un  ağzından  duymak  isterim.  Bilirsiniz  ya,  ele  aldığım vakaların ayrıntılarını incelemek hoşuma gider. Kendisiyle polis gözetimi altında evimde ya da başka bir yerde resmi olmayan bir görüşme yapmama bir itirazınız olmaz, değil mi?” 

“Eh, yöntemleri belirleyen sizsiniz. Jonathan Small diye birisinin varlığı konusunda   henüz   elime   hiçbir   kanıt   geçmedi.   Ama   madem   onu yakalayacaksınız, kendisiyle görüşme yapmanızı niye reddedeyim.” 

“O zaman anlaştık mı?” 

“Tamamen. Başka bir şey var mı?” 

“Yalnızca bizimle birlikte akşam yemeği yemeniz için ısrar edeceğim. Yarım saat içinde hazır olur. İstiridye, biraz yabantavuğu ve özel bir beyaz şarabımız  var…  Watson,  benim  ne  kadar  iyi  bir  aşçı  olduğumu  henüz bilmiyorsunuz.” 

Yorumlar

Bir yanıt yazın

Ayarlar

×

Bölümler

×

Metin Raporla